Anadolu irfanı, yüzyıllar boyunca bu topraklarda yaşayan farklı halkların, inançların ve kültürlerin birbirine karışarak oluşturduğu ortak bir bilgelik ve yaşam felsefesidir. Yunus Emre’nin sevgiyi esas alan dili, Mevlânâ’nın “Gel ne olursan ol yine gel” çağrısı, Hacı Bektaş-ı Veli’nin insan merkezli öğretisi bu irfanın temel taşlarını oluşturur. Bu anlayışın özünde hoşgörü, birlik, dayanışma ve barış vardır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ise bu kadim irfanı modern bir hukuki ve toplumsal sistemle taçlandırmaya çalışmıştır. Eşit yurttaşlık, laiklik ve çağdaş eğitim gibi ilkeler, aslında Anadolu’nun hoşgörü mirasıyla çatışmak bir yana, onu kurumsallaştırmayı hedeflemiştir. Farklı etnik ve dini kökenlere sahip yurttaşların bir arada, özgür ve eşit yaşaması idealine dayanan Cumhuriyet, bu yönüyle Anadolu irfanının çağdaş yansımasıdır.
Ancak 20. yüzyılın sonunda, özellikle 1993 yılında yaşanan Sivas Katliamı gibi acı olaylar, bu idealin ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne sermiştir. Sivas’ta, Madımak Oteli’nde 33 aydın ve sanatçının yakılarak öldürülmesi, sadece bir nefret suçunun değil, aynı zamanda hoşgörü geleneğine ve Cumhuriyet değerlerine yapılmış bir saldırıdır. Bu olay, Anadolu irfanını hiçe sayan, hoşgörüyü değil öfkeyi besleyen zihniyetin ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermiştir.
Bugün hâlâ sormamız gereken temel sorular var: Bu kadar çok acı yaşamış bir toplum neden hoşgörüyü hâkim kılmakta zorlanır? Neden “farklılık” hâlâ tehdit olarak algılanır? Cevap, belki de tarihimizin acılarını yüzleşerek anlamlandırmaktan ve Cumhuriyetin kurucu ilkelerine sadık kalarak Anadolu irfanını yeniden hatırlamaktan geçiyor.
Çünkü bu topraklar, hem büyük acıların hem de büyük umutların evidir. Umut ise, irfanla ve adaletle yeşerir.
Ali Emre Deşat
GÜNCEL
09 Temmuz 2025GÜNCEL
09 Temmuz 2025SİYASET
09 Temmuz 2025MEDYA
09 Temmuz 2025SİYASET
09 Temmuz 2025GÜNDEM
09 Temmuz 2025GÜNDEM
09 Temmuz 2025