17 Ocak 2025 Cuma
“Ne kadar çok bilgi o kadar az ego; ne kadar az bilgi o kadar çok ego.”
Albert Einstein
Dün arkadaşlarla birlikte yeni açılışı yapılan bir emekliler sendikası açılışına gittik. Her başlangıç bir umuttur diyerek FAŞİZME KARŞI OMUZ OMUZA MÜCADELE gerekir diyerek ayrıldık…
İlginçtir ayrıldığımız sendikadan sonra bu sendikanın kaynağı olan yüz metre ilerideki diğer sendikaya DİNLEME konusu söyleşisi için gittik…
Maalesef aşağıdaki soruların her iki emekliler sendikasında yeterince içselleştilip, yanıt verilemediğini gördük…
Sayıca ezilenler çok olduğu halde niçin faşizme karşı omuz omuza olamıyoruz?..
Niçin ilkelerimiz ön plana geçmesi gerekirken, kişilikler öne geçiyor?..
Niçin ezilenler ezenlerin istemi doğrultusunda ayrışıyor?..
Niçin koltuk sevdasından vazgeçilemiyor?..
Sorularımız bu eksende devam ediyor. Özetlemek gerekirse; Niçin ben ben deyip, karşımızdakini dinlemiyoruz?..
Yönetimi veya gücü eline geçirenlerin tavır, tutum ve davranışlarında bırakın alçakgönüllü olmayı, çok çabuk otoriter, despotik iklime girmeleri karşılaştığımız bir tablo…
Düne kadar eşitlikten, demokrasiden, özgür düşüncelerden dem vuranların bu yöne evrilmelerine şaşıp kalıyoruz…
Daha öncede yazılarımda değindiğim gibi günlük anlatımda “İlkel Beyin” dediğimiz AMİGDALA, beynin kafa oluşumundan sonra milyonlarca yılda evrimleşmesi ile oluşan sinir ağları kökenli bir organımızdır…
Sinir ağlarını kapsayan canlılarda, sinir düğümlerinin birikimleri, beynin oluşumunda önemli bir noktadır…
Beynin duygular ile uzun erimli bellek ve davranışlarını oluşturan LiMBiK SiSTEM dediğimiz yapı; duygusal dürtüleri ve hafıza oluşumunu kontrol etmekten sorumlu olup, beynin ağ sistemi olarak tanımlanmaktadır…
En önemli bölümleri beynin hafıza merkezi olarak bilinen ve kısa süreli hafızaya alınan bilgilerin uzun süreli hafızaya aktarılmasında görev alan, yaşanılan anıların olaylarla ilişkilendirilmesinde ve kişinin yön bulma duyusunu kontrol etmesinde önemli bir rol oynayan HiPOKAMPUSDUR…
Yine beynin yan tarafında yer alan Temporal Lobun derinlerinde yerleşen nöronların oluşturduğu badem şeklindeki beyin bölümü olan AMiGDALA çok önemlidir…
Amigdala harap olmuş ise maalesef korku kavramı kaybolur. Bu bölüm yaşamsal olup, ilk meydana çıkan beyindir…
Kaçayım mı? Kalayım mı? Sorularının yanıtını Amigdala belirler…
Açlık, tokluk, cinsel içgüdü, üreme dürtüsü ile saldırı, kaçma duygularını yine bu bölüm denetler..
Beynin kabuk kısmı dediğimiz yönetimsel kısmı olan KORTEKS´in kararına kalmadan, çok ani ve acele yapılan her türlü eylem ve davranışın sorumlusu yine Amigdaladır…
Bu bölüm yani Amigdala olmaz ise ne olur? Doğal olarak canlı ölür. Halbuki kabuk kısmı olan KORTEKS olmayınca canlı ölmez…
KORTEKS beynin kıvrımlı kabuk kısmı olup, Insanlarda evrimleşmenin bir sonucu olarak gelişkin bir beyin bölümüdür…
Bu kabuklu kısım kafatasına sığamama durumu yüzünden kıvrımlı bir yapıya evrildiği düşünülmektedir…
Korteks farelerde düz, maymunlarda hafif kıvrımlaşmıştır…
Ne yapıyorsun?..
Düşünür müsün?..
Acele etme!..
Kafayı kullan!..
Gibi komutlar Korteks´ce belirlenir…
Korteks yani beynin kabuklu üst kısmı ayarlayıcı, kontrol edici, denetleyici, düzenleyici olup; eğitim, bilinçlenme, sanatla ve bilimle uğraşma, soyut ve istatistiksel düşünme gibi kavramlarda tam yetkilidir…
Beyin uzun sürede evrimleşmiş olup, evrimleşme süreci devam etmektedir…
Düşünme, algılama, duygulara sahip olma, değerlendirme, yorumlama gibi yetiler sadece insanlarda olmayıp, diğer hayvanlarda da çeşitli boyut, miktar ve karışımlarda vardır…
Hiçbir hayvanın daha önceden kodlanmış bir program çerçevesinde oluştuğunu düşünmemiz elbette doğru olmaz…
Gelelim konumuzun can alıcı teması olan dinle(ye)memekte…
Çoğu kez “İşitme” ile “Dinleme Becerisi” birbirine karıştırılır…
Sözcükleri duymak olan işitme ile işitilen söz ve sözcükleri yorumlama, anlama, anımsama eylemi olan dinleme çok farklıdır. Dinleme öğrenilip, geliştirilen bir beceridir…
İyi dinleyici olmakla konuya odaklanıp, yoğunlaşırız. Empati kurup, kabulleniriz. Somut koşulların somut çözümlemesini daha çabuk yaparız…
Egoları şişkin olmayan birçok alçak gönüllü insan her zaman önderimiz olmuştur…
İyi bir yurtsever olmanın yolu öncelikle korteksimizi yani aklımızı geliştirerek, dürtü merkezimizin etkisinde kalmadan, ayrışmanın önüne geçerek birliktelik ilkemizi yaşama geçirmektir. Bunun için iyi dinleyici olmak ilkemiz olmalıdır…
Gelin sözlerimizi Ben Duygusu şişkin olmayan ustamız örnek insan Aşık Veysel ile bitirelim…
“Yüzü güzel olana kırk günde doyarsın da, gönlü güzel olana kırk yılda doyamazsın…”
Sevgilerimle…
Dr. Mustafa Torun
Türkiye’de daha önce hiç hayvancılık yapmamış, ancak devletin verdiği olağanüstü desteklerle süt sığırcılığına yönelen girişimcilere “Şehir Kovboyları” adı verilmişti. Genellikle 300-500 baş hayvanla işe başlayan şehir kovboyları, kısa zamanda 1000-1.500 başlık işletmeler kurmuşlardı. Kimileri de 2-3 binlik işletmelere sahip olmuşlardı.
Şehir Kovboyları Neden Yaratıldı?
Şehir kovboylarınca dev sığırcılık işletmelerinin oluşturulmasının nedeni, öncelikle ideolojik bir yaklaşımın sonucu.
Bu yaklaşıma göre; endüstriyel tarım için küçük ve orta ölçekli işletmelerle yapılan köylü tarımcılığı terk edilmeli, büyük ölçekli şirket tarımcılığı egemen olmalı. Çünkü, köylü tarımcılığı yeterince endüstriyel girdi kullanamıyor ve üretim yapamıyor.
Batı (Merkez) ülkeleri tarafından öne sürülen bu ideolojik yaklaşım, Türkiye’de 1980’li yılların başından itibaren görev yapan bütün hükümetler tarafından da kabul edildi.
Bunun sonucu olarak, tarımsal desteklemeler azaltıldı, ancak var olan kaynaklar büyük işletmelerin oluşturulması için kullanılmaya başlandı.
Bu bağlamda endüstriyel girdiye en açık olan dev sığırcılık işletmelerinin kurulması için gerekli düzenlemeler sağlandı.
Bilindiği üzere dev sığırcılık işletmeleri, damızlık hayvandan sağım makinesine, ilaçtan fabrika yemine kadar ağırlıklı olarak endüstriyel girdi kullanılıyor. Bu girdiler de Batı’dan ithal edilerek Türkiye’ye giriyor.
Başlangıçta Batı’nın dayattığı bu yaklaşım Türkiye’deki liberallerden de büyük destek gördü ve siyasi iktidarlar da bu yaklaşım doğrultusunda hareket ettiler.
Şirket tarımcılığının öne çıkarılması, Avrupa Birliği (AB) müzakere sürecinde sanayiye dökülen süt temel alınarak, süt kotasının arttırılması konusuyla da gündeme getirildi.
Ancak, son on yıl içinde olmakla birlikte günümüzde giderek artan şekilde süt kartellerinden, işletmelerin büyük bir çoğunluğunu oluşturan aile işgücü temelli küçük ve orta ölçekli çiftçilerimizin yanı sıra dev süt sığırcılığı işletmelerini kuran Şehir Kovboyları da şikâyetçi olmaya başladılar.
Türkiye Satılık Çiftlikler Ülkesi Mi Oldu?
Birçok yurtsever tarımcı gibi ben de yıllardır “şirket tarımcılığının Türkiye’nin yapısal özelliklerine uygun olmadığını, özellikle verilen kredilerin cazibesine kapılarak bu işe gireceklerin zor durumda kalacaklarını ve Türkiye’nin satılık çiftlikler ülkesi olacağını” kaleme almıştım.
Bu bağlamda sayısız uyarılar yapıldı. Bununla birlikte, yukarıda değindiğim üzere neo-liberal politikalarla, işletmelerin büyük bir çoğunluğunu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmeler yerine, şirket tarımcılığı olağanüstü desteklerle özendirildi.
2010 sonundan itibaren dev sığırcılık işletmelerinin kurulması için “sıfır faizli” milyarlarca dolarlık kredi kullandırıldı.
Sıfır faizli krediyi alanlar, iç piyasada damızlık hayvan bulamadılar ve ithalat yönünde baskı yaptılar. İthalatçı çok sayıda firma kuruldu ve durumdan ithalat lobicileri karlı çıktılar.
Aslında asıl karı ,ellerinde stok sığır bulunan AB/ABD’deki ihracatçı firmalar elde ettiler.
Çünkü, stok sığırlar sorun durumuna gelmişti.
Çiftlikleri kuranlar bir süre sonra hayal kırıklığına uğradılar.
Çünkü, yem dahil girdi fiyatlarında olağanüstü yükseliş oldu, buna karşılık süt fiyatları süt tekelleri tarafından belirlendiğinden aynı şekilde artmadı.
Şehir kovboyları; “Kaliteli süt açığını görerek ve verilen desteklere güvenerek yatırım yaptıklarını, ancak süt fiyatlarında düşüşler nedeniyle, küçük çiftçilerden daha kötü durumda kaldıklarını, sütün fiyatının belirlenmesinde rolleri olmadığını, batışlarından herkesin zarar göreceğini, bu nedenle öncelikle çiğ süt fiyatının keyfi olarak düşürülmesine karşı eylem yapmaları gerektiğini, yem hammaddesi ve damızlık hayvan açısından dışa bağımlı olduklarını ve de aslında bu ithallerle yabancı ülkelerini çiftçilerine yardım ettiklerini” dile getirmeye başladılar(*).
Üstelik kimi zamanlar dışarıdan süt tozu ithaline olanak sağlanınca süt fiyatları daha da düşürüldü.
Buna, krediye özenen, ancak sektörden bihaber girişimcilerin deneyimsizlikleri de eklenince, çok sayıda işletme kapanma noktasına geldi.
Buna karşılık köylü işletmelerinin hayvan sayıları azalmakla birlikte, varlıklarını devam ettirildiği gözlemlendi.
Süt Sığırcılığında Doğru Model Ne?
Öngörülerimin doğrulanmasını istemezdim. Ancak, hayvancılıkta, tarımın diğer dallarında olduğu gibi sahneye konulan model, Türkiye’nin hayrına çıkmadı. Burada iki önemli nokta ile doğru modelin ne olduğunu ifade edelim.
Bu nedenle aile işgücü temelli küçük ve orta ölçekli işletmeler daha yüksek bir toplam verimliliğe sahip olmaktadırlar.
Bu işletmelerin ölçek büyüklüğünden kaynaklanan sorunları ise kamu yatırım ve hizmetlerinin sağlanması ve kooperatifleşme ile aşılabilir.
Türkiye gibi ülkelerde de, anılan işletmelerin toplumsal yanı da vardır. İşin bu yanı ihmal edildiği için kırsal kesimde işsizlik ve yoksulluk artmaktadır.
Sığır yetiştiriciliğinde ise mera ve çayırlarımızın yetersizliği nedeniyle ot ihtiyacı, mısır silajı ve yonca gibi yem bitkilerinden karşılamaya çalışıyor.
Ancak su ve elektrik paralı. Buna koşut olarak beside ve yetiştiricilikte fabrika yemi öne çıkarılmış durumda. Fabrika yeminin ham maddesinin de yüzde 60’ı ithalata (dövize) dayalı. Dövizi denetleme olanaklı olmadığı için de et ve süt üretim maliyetleri giderek yükseliyor.
(*)Günümüz Türkiyesi’nde dev süt sığırcılığı yapan şirketler, piyasadan çekilmeye başladılar. Bunlara son olarak 2005 yılında Aydın’ın Germencik ilçesinde 800 dönüm arazi üzerinde kurulan ve 2007’de Batı Avustralya’dan 3 bin düve ithal edilerek süt üretimi yapan Efeler Çiftliği de eklendi (Bakınız: Bir aile 170 yıldır iş yaptığı sektörü niye bırakır? 3-9 Ocak 2025 Oksijen Gazetesi. s.34).
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Erzurum Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen halk buluşmasına katıldı.
Çok sayıda vatandaşa ve partililere seslenen Genel Başkan Özgür Özel, “Merhaba Erzurum, merhaba tarihe sığmayan kahramanlıkların şehri. Mustafa Kemal Paşa’nın bağımsızlık ateşini yaktığı Erzurum. Hepinize merhaba. 100 yıl önce 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ne ev sahipliği yapan bu güzel şehir, bu kadim şehir milletimizin de kaderini tayin eden şehir olmuştur. Burası sadece bir yerleşim birimi, sadece bir şehir değil, bir destana, bir milletin yeniden doğuşuna tanıklık eden bu güzel Erzurum’da, Dadaşlar diyarında olmaktan büyük gurur duyuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum” dedi.
Özel, şunları söyledi:
“HEPİMİZ MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ”
“Burada benimle birlikte kadın kollarımız, gençlik kollarımız var. Örgütlerden sorumlu genel başkan yardımcımız başta olmak üzere genel başkan yardımcılarımız, parti meclisi üyelerimiz, il başkanlarımız, çok sayıda il başkanımız ve dört bir taraftan Erzurum’un bugünkü coşkusuna tanıklık etmek için gelmiş olan çok sayıda vatansever, çok sayıda gönlünde vatan, millet ve bayrak sevgisi olan Mustafa Kemal’in askerleri var. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Dün gece elimizde meşalelerle Sarıkamış’taydık. Bu sabah 8 buçuk kilometrelik o şanlı yolu hep birlikte yürüdük. Bağımsızlığımız için canını ortaya koyan, komutanı ‘yürü’ dediğinde o yolun sonunda ölüm de olsa yürüyen, bu toprakları kurtarmak için, bu ülkeyi korumak için ölüme gözünü kırpmadan giden şanlı bir ecdadın, güçlü bir ordunun ve daha o günlerde kurtuluş mücadelesi vermek isterken İstanbul’dakiler tarafından hakkında soruşturmalar açılan, ‘geri dön’ diye telgraflar çekilen, idam fermanları verilen ve bunun karşısında üstündeki çok sevdiği üniformasını çıkarıp ilk kez sivil kıyafetle geldiği Erzurum’dan Milli Mücadele’nin kahramanı olarak ayrılan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yurttaşları, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diye Türkiye’nin dört bir yanında söylüyoruz. Teğmenlerimiz söyledi diye onları ordudan atmaya çalışıyorlar. İsyan ediyoruz. İtiraz ediyoruz. Ama bir yerde ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ lafı doğdu diyeceksek, üniformayı çıkardığı gün onu orduların başkomutanı yapan Erzurum’da bunu kana kana söyleyebiliriz. Hepimiz Mustafa Kemal’in askerleriyiz. Buraya gelip Erzurum Kongresi’ni yapıp, Erzurum’dan güç ve kuvvet alıp, gidip orduları toplayıp, Milli Mücadele’yi başlatıp, ülkeyi kurtarıp, sonra gelip bir demokrasi, bir Cumhuriyet kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk en dar gününde kendine ev sahipliği yapan bu kenti hiç unutmadı. 1924 depreminin ardından Erzurum’un dar gününde koştu ve Erzurum’a geldi. İşte o gelişinde Gazi Paşa şöyle söyledi: ‘Buraya gelişim bütün ulusun ateşten bir çember içine alınmış olduğu bir zamana rastladı. Burada gördüğüm içtenlik, burada gördüğüm mertlik, gönülden bağlılık, memleketi kurtarmak için her türlü özveriyi yapmam konusunda azim ve gücümü artırmıştı.’ İşte Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bunu söyleten, bunu söyletebilen bir şehirdeyiz. Erzurum’la ve sizlerle gurur duyuyoruz.”
“BİRİNCİ GENEL BAŞKANIMIZIN YAPTIĞI GİBİ ERZURUM’A GÜÇ ALMAYA GELDİK”
“Cumhuriyetimiz sadece ülkeyi kurtarmakla, bağımsızlığı sağlamakla kalmadı. Bu milleti tebaa olmaktan çıkarıp özgür yurttaşlar haline getirdi. Cephede kazanılan zaferler sonrası Türkiye’nin önü açıldı. Üretimle, sanayiyle, kalkınma programlarıyla, ekonomik ve sosyal zaferlerle bu ülke artık her bir bireyin geleceğe güvenle bakacağı, ülkesiyle gurur, kendisinin geleceğinden umut dolacağı bir ülke haline geldi. Biraz önce genç il başkanım, çalışkan il başkanım birkaç cümle üst üste söyleyerek, her derdin çaresinin Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu, Türkiye’nin CHP’ye, bu zor günlerden kurtulmak için Cumhuriyet Halk Partisi’ne ihtiyacı olduğunu söyledi. İşte biz de Cumhuriyet Hak Partisi’nin yönetimi olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’nin baba evinin bugünkü yöneticileri olarak 100 yıl sonra yeniden yoksulluğa, eşitsizliğe, haksızlığa, adaletsizliğe mahkum edilen, birileri cebini doldururken, birileri zengin bir hayatı kana kana yaşarken, diğer taraftan yoksulluğa mahkum edilen milyonların umudu olmak için bir kez daha kurucumuzun, birinci genel başkanımızın yaptığı gibi Erzurum’a güç almaya, mücadele için Erzurum’dan azimle, kararlılıkla ayrılmaya geldik.”
“CHP YEDİ BÖLGEDE DE VARDIR”
“Zorluklarla dolu bir yılı geride bırakırken 2024 yılında güzel, önemli başarılar partimiz için çok güzel günler de oldu. 31 Mart seçimine giderken birileri 2023’teki seçim başarısına güvenerek, CHP’nin dağıldığını, CHP’nin bir daha toparlanamayacağını, elindeki başta İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve Antalya belediyeleri olmak üzere önemli belediyeleri CHP’nin elinden alacaklarını, iktidarlarını güçlendireceklerini hayal ederken, Atatürk’ten aldığımız ilhamla önce gençlere, gençlerle birlikte kadınlara, bilime, çalışmaya, özgüvene, kendine güvenmeye olan inancımızla birlikte, yaş ortalaması 43 olan Parti Meclisimiz, yaş ortalaması 46 olan MYK’mız, yarısı kadın, yarısı erkek olan partiye ve Ata’ya yakışır Gölge Kabinemizle belirlediğimiz adaylarla 47 yıl sonra Cumhuriyet Halk Partisi’ni yeniden Türkiye’nin birinci partisi yaptık. Nüfusun yüzde 65’ine, ekonominin yüzde 80’ine Cumhuriyet Halk Partili belediyeler hitap ediyor. Örneğin geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi’ne ‘Siz Sivas’ın doğusuna geçemezsiniz, orada yoksunuz’ diyenlere inat şimdi şunu söyleyebiliyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi yedi bölgede de vardır. Cumhuriyet Halk Partisi dışında hiçbir parti yedi bölgede birden yoktur. O çok kibirli, herkese tepeden bakan, kendi partisi dışındaki partileri yok sayan Erdoğan’a şunu soruyorum. CHP 7 bölgede var. AK Parti kaç bölgede var? Ege’de bulunan şehirlerin tamamı Cumhuriyet Halk Partilidir. Ege’deki Muğlamızın, Aydınımızın, İzmirimizin yanına Balıkesir’i, Denizli’yi, Manisa’yı ayrıca büyükşehir olmayan Uşak’ı, Kütahya’yı, Afyon’u teker teker koyduk. Ege’de CHP dışında bir partinin il ya da büyükşehir belediyesi yoktur ama eskiden olduğu gibi sadece sahil kenarında değil içerlerde, Karadeniz’de, güneyde, İç Anadolu’da varız. Peki ya doğuda? Örneğin Erzurum’da. 2019 seçimleri sonucunda hiç belediyemiz yokken şimdi bu salonda karşımda il başkanımın yanında Çat ve Şenkaya Belediye Başkanlarım oturmaktadır. Şenkaya’yı kazanan Görbil Özcan’ı, Çat’taki büyük başarımız Arif Hikmet Kılıç’ı her iki hemşerilerinden birinin oylarını alarak bu görevlere geldikleri için onları onlarla birlikte ilçe başkanlarımızı, yönetimini, il yönetimini, tüm CHP ailesini yürekten kutluyoruz. Hepsiyle gurur duyuyoruz. Yeter mi? Yetmez. Biliyorsunuz Erzurum’u en son 1973’te kazanmıştık ama içimizde ukdedir. Ve buradan açıkça söylüyorum ki bu salon seçim zamanı değil, herhangi bir zamanda öyle günlük güneşlik bir günde değil, kara kışın ortasında, öyle oradan buradan taşımayla değil tıka basa kendi kendine coşkuyla doluyorsa şunu söylüyorum. Bir sonraki seçimlerde Erzurum Büyükşehir Belediyesi’ni de alacağız. Ant olsun ki alacağız.”
“ERZURUM BİZE GAZİ MUSTAFA KEMAL’İN EMANETİDİR”
“Erzurum’da artık halkçı bir belediyeye, milletin derdiyle dertlenen, kimseyi ayırmayan, kimseyi kayırmayan, kimseyi ötekileştirmeyen, herkesi bağrına basan bir belediyeye, bir belediye başkanına, bir yönetim anlayışına ihtiyaç var. Aynı şekilde Türkiye’de de artık iktidarın yoksulların, emeklilerin, emekçilerin sesinin duyulmasına, artık gençlerin umutlarını yeniden yeşertmelerine, yurtdışında değil bu ülkede hayal kurmalarına ihtiyaç var. Bunu yapmanın yolu hep birlikte çalışmak ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni iktidar yapmaktır. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında artık bugünkü iktidara çokça destek vermiş ve sorunları çözülmemiş Erzurum’un sesini en yakından duyacağımız, derdini en hızla çözeceğimiz şehirlerden bir tanesidir. Çünkü bu Erzurum bize Gazi Mustafa Kemal’in emanetidir. Erzurumumuzun köylerinde hale kanalizasyon sorunu var. İçme suyu sorunu var. İçme suyu şebekelerinde kirlilik sorunları var. Besicinin, çiftçinin sorunları var. Yılan hikayesine dönen bir hızlı tren sorunu var. 2023’te bitecek diye söz verdikleri hızlı treni yıllar ötesine öteleyen bir yönetim anlayışı var. Erzurum’da 20 yıldır yapılmayan şehir stadyumu hala bekliyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak o stadyumu yapmaya, Dadaşları birinci lige çıkarmaya, sizinle birlikte orada Erzurumspor’u izlemeye söz veriyoruz.”
“EMEKLİLERİMİZ, EMEKÇİLERİMİZ BÜYÜK SIKINTILAR ÇEKİYOR”
“Biraz önce söylediğim gibi emeklilerimiz, emekçilerimiz, asgari ücretliler, çiftçiler, esnaflar büyük sıkıntılar çekiyor. Sıkıntıların kökünde adaletsizlik var. Bu iktidar başta gelir adaletini sağlayamıyor. Zenginler servetine servet katarken yoksullar eziliyor. Bu iktidar adalet sarayları yapıyor ama mahkemelerde adaleti sağlayamıyor. Siyasallaşan yargı, iktidardan olmayanlar için sopa görevi görüyor. Yıldırmaya çalışıyor. Bu iktidar sosyal adaleti sağlayamıyor. Toplum kesimleri arasındaki her türlü eşitsizlik, dengesizlik ve yarılma git gide artıyor. Bugün bu milletin en büyük sorunu şüphesiz geçim sıkıntısı. Açıkladığı enflasyon oranıyla işçinin, memurun, emeklinin maaşını belirleyen bir kurum var. Adı TÜİK. Neyin baş harfi. Tayyip’i üzmeyen istatistik kurumunun baş harfleri TÜİK. TÜİK, Tayyip Bey’i, Sayın Erdoğan’ı üzmüyor ama Erzurumlunun canına okuyor. Aralık ayı enflasyonunu yüzde 1 olarak açıkladı. Sadece yüzde 1. Oysa yıllık enflasyon ENAG’a göre yüzde 83. TÜİK’in yapmış olduğu bütün manipülasyonlara rağmen kendi rakamı yüzde 44. Böyle olunca memur ve memur emeklilerine sadece yüzde 11. Bağ-Kur’lu ve SSK’lı emeklilere sadece yüzde 15 zam verilecek. Eğer bu oran böyle kalırsa kök maaşı 10 bin 800’ün altında olanlar 12 bin 500 lira almaya devam edecekler. Bu rakamın en düşük emekli maaşının artırılmasına ilişkin kanuni düzenleme yapılması gündemde, ama AK Partililerin ağzında en düşük emekli maaşını 14 bin lira yapmak var. Bugün bu iktidar geldiğinde en düşük emekli maaşı 1,5 asgari ücretti.”
“KAYBEDİLEN ŞEY, KAYBEDİLDİĞİ YERDE ARANIR”
“Erzurumlular, dadaşlar, buradan sizin huzurunuzdan bizi televizyonları başından dinleyen herkese bir kez daha hatırlatıyorum. Bu hükümetin beğenmediği, her kötülüğü işaret ettiği, kendinden önceki üçlü koalisyon, Ecevit’in son başbakanlığında en düşük emekli maaşı 1,5 asgari ücretti. Yani bugünkü hesapla 33 bin liraydı. Bugün emekliye 14 bin lira veren, vermeyi hesap eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Biz gelecekte yeniden en düşük emekli maaşını 1,5 asgari ücret elbette yapacağız. Ama hiç değilse bu karda, kışta, bu zorlukta, bu yoklukta, bu yoksullukta emeklinin hayata tutunabilmesi için buradan bütün siyasi partilere, Meclis’teki bütün milletvekillerine sesleniyorum. Erzurum’dan, Dadaşlar diyarından, ‘Gelin bu kötülüğe sessiz kalmayalım. Kanuna el kaldıracak, oy verecek olanlar bizleriz. 14 bin lira değil en düşük emekli maaşını hiç değilse bir asgari ücret yapmak için ellerimizi kaldıralım. Bu emeklinin çilesini bitirelim.’ En düşük emekli maaşı bakın 1,5 asgari ücret bugün olsa 33 bin lira olacak diyoruz. En düşük emekli maaşı Tayyip Bey geldiğinde 8 tane çeyrek altın satın alıyordu. İnanmayan gitsin hesaba kuyumcuda baksın. Bugün son verdiği 12 bin 500 lira sadece 2,5 çeyrek altın alıyor. Emeklinin 5,5 çeyrek altını kayıp. Şimdi diyor ki 14 bin lira yapayım, 3 çeyrek altın alsın. Yani bir yıl boyunca her ay 5 çeyrek altın daha kaybetmeye devam etsin. Buradan emeklilere soruyorum, yahu gidip kuyumcudan, sarraftan bir çeyrek altın alsan, cebine katsan, çantana atsan, eve varsan, altın kayıp, insan deli çıkar. ‘Nereye gitti bu’ der. Gider gezdiği yerlere bakar. ‘Nasıl kaybettim’ diye. Bugün bir emekli değil Türkiye’deki her emekli. Öyle bir çeyrek değil. Her ay 5 çeyrek altını kaybetmiş durumdadır. Şimdi o çeyrek altınları aramanın zamanıysa, nasıl altını kaybettiğinde ararken kaybettiğin yere varıyorsan, aynı yere varmanın, yani nasıl 3 Kasım 2002’de bu iktidarın gelmesiyle bu yıpranma, bu yoksullaşma başladıysa, aynı şekilde kaybedilen şey kaybedildiği yerde bulunur. Bütün emeklileri yapılacak ilk seçimde sandığa gitmeye, kaybettiklerini bulmaya, halkın iktidarını kurmaya davet ediyorum.”
“HEPSİNİN ÇARESİ, CUMHURİYET HALK PARTİSİ”
“Burası emeklilerin yanında aynı zamanda emekçilerin, asgari ücretlilerin de kenti. Asgari ücret bir yıl boyunca 17 bin 2 lirada tutuldu. Niye? Çünkü seçim yok. Seçim günü ne diyordu, ‘Seçimde biz asgari ücreti 3 ayda bir artırabiliriz. Yılda 4 kez asgari ücrete enflasyon düzenlemesi yapabiliriz’ diyordu. Bir yıl geçti, bir kuruş attırmadılar. Ama enflasyon onların hesabıyla 44. Gerçek hesapla yüzde 80’in üzerinde. Şimdi Tayyip Bey ben altın hesabı yapınca, bana ‘Altın hesabı yapma’ diyor. Geldim Erzurum’a. Tayyip Bey altın hesabı istemiyormuş. Ne hesabı yapalım? Cağ kebap hesabı yapalım. Bakın Türkiye’de herkes sizi artık emeklinin, emekçinin, yoksulun erişemediği ama herkesin çok sevdiği, çok özlediği cağ kebabınızla hatırlıyor. Erzurumlu bir asgari ücretli, geçen yıl 17 bin lira alıyordu. Cağ kebabının şişi geçen 50 liraydı. Doğru mu? Yani bir asgari ücretli asgari ücreti ile gitse 340 şiş cağ kebabı alıyordu. Şimdi 22 bin 104 lira yapmış. Ama cağ kebabının şişi 100 lira olmuş, doğru mu? Tayyip Bey geçen yıl verdiğin asgari ücret 340 şiş alırken, bugün 221 şiş alıyor. Yani Erzurum’dan, Dadaşlar diyarından altın hesabını istemedin, bırakalım. Erzurum’da ev kiraları 7 bin 500 liradan 14 bin liraya çıkmış ortalama, onu da bırakalım. En bilinen, tüm Türkiye’de tanınan cağ kebabı hesabıyla 340 nerede, 221 nerede? AK Parti varken dert de bitmiyor, ihtiyaç da bitmiyor. Ama bu dertlerin, bu ihtiyaçların hepsinin var bir çaresi, onun da adı Cumhuriyet Halk Partisi.”
“SURİYE’DE YAŞANANLAR ÜZERİNDEN İKTİDARA TUTUNABİLECEĞİNİ SANIYOR”
“Erzurum’a geçmişte de gelir giderdik. AK Parti geçtiğimiz günlerde Erzurum’da kongre yaptı, büyük konvoylar yaptı, büyük salonları doldurdu. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Bey Erzurum’a gelmiş. Ne konvoy gören olmuş, ne de salonları doldurmuş. Dadaşların gönlünde bir kırıklık var. Bundan sonra biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak hiçbir şeyi, ne maaşa zammı, ne enflasyonu düşürmeyi, ne hayvancılıkla geçineni desteklemeyi, ne süt fiyatındaki artışı, ne gübredeki sübvansiyonu Tayyip Bey’den istemiyoruz. O tarafını seçti. Onun tarafı salonlara doldurduğu kendi atadıklarına kendini alkışlattırıp, kendi yandaşlarının vergi borçlarını silip, Suriye’de yaşananlar üzerinden bir hikaye kurup, sözüm ona iktidara tutunabileceğini sanıyor. Diyor ki Erzurum’a Tayyip Bey, ‘Erzurumlular. Açsın, yoksulsun, işsizsin, güvencesizsin ama Suriye’de zafer kazandım. Ona sevinmelisin.’ Yahu 13 yıl. 283 şehit. 200 milyar dolar kayıp. 4,5 milyon Suriyeli burada ve diyor ki ‘13 yıl sonra Esad gitmiş. Dadaş yoksulluğa aldırma Suriye’ye sevin. Kardeş işsizliğe üzülme Suriye’ye sevin. Güvencesizlikten kaygı duyma, Suriye’ye sevin. Ev kirası iki katına çıkmış, aldırma. Suriye’ye sevin.’ Bu milletin Suriye’ye sevinecek hali yok. Bu millete Fetih Sureleri ile karın doymadığını söylemek, anlatmak boynumuzun borcu. Bu ülke Tayyip Bey’in dediği gibi ‘Suriyeliler geldiler’ diyor, ‘Başımızın üstünde yerleri var’ diyor. ‘İsteyen gider, istemeyen kalır’ diyor. Bunu niye söylüyorsun? Hani Esad yüzünden gelmişlerdi? Esad gittiyse gitsinler. Çünkü seçimleri sizin oyunuzla kazanamayacağını gördü. Suriyelileri seçmen yapmanın, önce vatandaş sonra seçmen yapmanın onlardan alacağı oyla iktidara tutunmanın hesabını yapıyor ve diyor ki ‘Başımızın üstünde yeriniz var.’ Tayyip Bey, Sayın Erdoğan gözünün içine baka baka söylüyorum. Suriyeliler senin başının üstünde değil Erzurumluların aşının ve işinin üstünde oturuyorlar. O yüzden artık geçici koruma statüsü sonlandırılıp, zaten çok sevdiğin, çok beğendiğin Colani de bir dediğini iki etmiyorken, parasını bulmaksa Avrupa’dan, Avrupa Birliği’nden, dünyadan Suriyeliler için para bulmak kolay. Yetişemiyorsan biz buradayız.”
“GEÇİM YOKSA SEÇİM VAR”
“Bir an önce Suriyelileri memleketlerine göndermek, bu ülkenin gençlerine, işsizlerine sahip çıkmak, yoksuluna sahip çıkmak ve bu ülkeyi yeniden kalkındırmak zorundayız. Bunu Tayyip Bey’in yapamayacağı açık. Onun için kendisine bir kez daha sesleniyorum Erzurum’dan: Bu verdiğin maaşlarla kimse geçinemiyor. Emekliler bir elini kaldırsın. Geçinebiliyor musunuz? Peki emekçiler elini kaldırsın. Geçinebiliyor musunuz? O zaman kaldırın ellerinizi hep beraber buradan Tayyip Bey’e bir el sallayalım, geçim yoksa seçim var. Erzurumlular, kalkın ayağa ve yollayın bu iktidarı. Yollayın bu iktidarı. size güveniyoruz. Size inanıyoruz. Bu iktidarı hep beraber yolluyoruz. Halkın iktidarını kuracağız. Erzurum’a sahip çıkacağız. Siz bize Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetlerisiniz. Hepinizi çok seviyoruz. Hepinizi sevgiyle, saygı ile selamlıyorum. Sağ olun, biz başaracağız. Biz kazanacağız. Bu iktidarı biz değiştireceğiz.”
Yeni bir yıla, 2025’in ilk gününe nihayet girdik ve ilk 3 günü yaşadıktan sonra o gün de sona erdi. Evet, 2000, 2024 veya 2025 fark etmiyor. 21 yüz yılın ilk çeyreği tam bir teknolojik gelişmeydi. Baş döndürücü hızla Endüstri 4.0, yapay zekâ, robotlar ve sosyal medya gelişmeleri yaşamdaki işlerin gerçekleşme hızını artırdı.
Kendim, 65 yıllık yaşamımın farkında olduğum son 50 yılı boyunca, yaşamdaki birikimli varlığım ve yaşanan değişimlerin çoğunlukla kendi çabalarımla gerçekleştiğini yaşayarak anladım. Yaşamımızın yönünü genelde kendimiz çizdiğimizde bir şeyler başarabilmişizdir. Yoksa kimsenin kimseye bir şey verdiği de yok, merhameti de yok. Şimdiye kadar bana bir şey veren de olmadı. Yeni yıldan üç gün geçti; Milli Piyango’nun kime çıktığını bilmiyorum, yoksulluk sınırındaki maaşım değişmedi, dünyada yaşanan kan ve gözyaşı haberleri hâlâ devam ediyor. Kadınlar yine yakınları tarafından öldürüldü, yoksulluktan kurtulmayı dileyen çalışanın dileği yerine gelmemiş sorun dün neyse 2025’e girerken de sorunlar aynen devam ediyordu. Gıdaya erişim sorunu yaşayanlar, düşük gelirli emekliler, öğrenciler dünden bugüne aynı sıkıntılarla mücadele ediyorlar.
Hangi bir dileğimiz gerçekleşti mi? diye sabah kalkıp çevreme baktığımda, çalışmak zorunda olanların iş başında olduklarını gördüm. Kuşlar, kurtlar, börtü böcek yiyecek arayışındaydı. Birkaç çalışkan ve özverili insanın, yine işinin başında ya da işine giderken gösterdiği çaba dikkatimi çekti. Ne mutlu ki bir gün önce ekranlarda yüksek perdeden “vatan-millet Sakarya” edebiyatı yapanlar kadar, hiçbir sorun yok her şeyi “fıstık gibi”, her şeye bahane bulan ve “o yok, bu yok, her şey sorunlu” diyen, polemikçi, çıkarı için günlük renk değiştiren “MIŞ” gibi yaşayanların çoğu daha sahneye çıkmamışlardı.
El Elin Eşeğini Türkü Çağırarak Arar
1 Ocak 2025 Çarşamba sabahı kahvaltı yapmak için fırına gitme zorunluluğum, hiçbir şey yapmadan beklersek temel ihtiyaçlarımızı bile karşılayamayacağımızı bir kez daha hatırlattı. Mecburen yerimden kalkıp ekmek almak için gereğini yapmam gerektiğini anladım. Bugüne kadarki yaşadıklarımız yeni yılda da eğer siz çaba göstermezseniz değişen bir şey olmayacağı açık. Ne yapılacaksak yine biz yapacağız. Tecrübelerim diyor ki, “sağ gözünü kapat, sol gözüne faydası yok.” Hayatımda sorumluluk aldığım işimi hep kendim yapmak zorunda kaldım. Bir atasözünün dediği gibi, “bir şeyi nasıl görmek istiyorsan, öyle bırakmaya çalış.” Çalışarak, yaşama anlam katmak için çaba harcayarak ilerleyeceğiz. Başkalarından beklentiyle dolu bir yaşamın geleceği yok. “Birileri gelsin, bize uygun bir ortam hazırlasın” diye beklersek sadece zaman kaybederiz. Anadolu’nun güzel bir deyimiyle, “el elin eşeğini ıslık çalarak arar.”
Evet, yeni yıl için yazdığım yazımda belirttiğim gibi, “yeni yıla girerken heyecanlıyız; bir yıla sığdırdığımız mini bir yaşam, sevdiklerimizin doğum günleri ve diğer önemli günler, olumlu ya da olumsuz geçen zamanlar ile bir yılı daha geride bıraktık. Ancak yaşam, dünden kalan maddi ve manevi birikimimizle devam ediyor. Heyecanlı olmak, sevinçle yeni bir başlangıca adım atmak doğaldır; fakat bu heyecanı somut bir başarıya dönüştürmek için çalışmamız ve çaba göstermemiz gerekiyor. Bekleyip kimsenin bir şey vermeyeceğini bilerek, hedeflere ulaşmak için harekete geçmeliyiz. Beynimizi, tutum alıp işe koyulmaya ikna ederek yola çıkmalıyız.
Boyutlu Düşünme Sahibi Olmak Gerekir
Açıkçası, son yazımda değindiğim temada; çalışmayan, çalışmayı küçümseyen ve kısa yoldan rahat bir yaşam ortamına kavuşmayı benimseyen geniş bir çoğunluğun ele alıyordu. Bu çoğunluk, klasik bir yaklaşımla pasif bir şekilde dilek dileyerek değişim bekliyor. Prof. Dr. Üstün Dökmen hocanın deyimiyle “peşinen edilgen” bir tavırla dileklerden hangisinin gerçekleştiğine baktığımızda, çoğunlukla hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Ben şahsen, sabah kalkıp kendime ne tür bir yön belirlediğime bağlı olarak hayatımın şekillendiğini tecrübe etmişimdir. Yoka yıllarca annemden-babamdan öğrendiğim güzel duygular ile dilediğimiz onlarca dileklerin havaya uçtu gittiğini, ancak geride kendi çabamızın sağladıkları kalmıştır.
Ekolojinin ilkesi olarak, bir yerde bir yaprak kıpırdasa okyanusta fırtına yaratabilir. Konjonktüre bağlı olarak bazı değişimler yaşanabilir; pandemi, deprem gibi büyük afetler yaşamın akışını değiştirebilir. Ancak bu tür durumlarda başarıyla çıkabilmek ve kendimizi koruyabilmek yine bilgi, beceri ve kendi yarattığımız ortam sayesinde mümkün olur.Bu düşüncelerle yeni yıla tekrar merhaba!
Çabalamak, başarmak ve birlikte çalışarak yol almak dileğiyle yılın ilk iş günü güzel bir başlangıç olsun! Erken kalkıp işe erken başlayıp geleceği planladığımız gibi tamamlayalım.
Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mao Zedung’a ait olduğu söylenen “Bırakın yüz çiçek açsın, yüz düşünce akımı birbirleriyle yarışsın” sözü maalesef kuramsal olarak kalmış, günlük yaşamımızda pek yer alamamış çok güzel bir tümcedir…
Ülkemizde kadınlar, çocuklar ve yoksul halk öldürülürken ne yüz çiçek açabiliyor, ne de bin fikir yarışabiliyor… Daha öncede defalarca yazdığım gibi “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) 2010 yılında, Türkiye’de artan kadın cinayetlerine dikkat çekmek ve önlemek amacıyla kurulmuş bir platformdur…
KCDP her yıl yerel basından ve ulusal basından derlediği kadın cinayetlerine ilişkin verileri kamuoyu ile paylaşmaktadır…
Buna göre, 2024 yılında 394’ü cinayet, 259’u da şüpheli ölüm olmak üzere yurdun tamamında 653 kadının ölüm haberi verilere yansımış…
Platform tarafından yayınlanan verilere göre; Türkiye’de öldürülen 394 kadından 233’nün neden öldürüldüğü bilinmezken, 111 kadının boşanmak istemesinden, barışmayı reddetmesinden, evlenmeyi reddetmesinden, ilişkiyi reddetmesinden dolayı öldürülmüş… 21 kadın ekonomik sebeplerden, 2’si nefret, 27’si farklı sebeplerden dolayı öldürülmüş… Öldürülen 394 kadından 9 kadının ise kimin tarafından öldürdüğü tespit edilememiş…
2024’te 19 kız çocuğu babaları tarafından, bunlardan 9’u ise anneleriyle birlikte öldürülmüş…
Geride kalan yılda 394 kadının 166’sı evli olduğu erkek, 45’i birlikte olduğu erkek, 31’i babası, 30’u eskiden evli olduğu erkek, 29’u tanıdığı, 25’i akrabası, 23’ü eskiden birlikte olduğu erkek, 22’si oğlu, 7’si kardeşi tarafından öldürülürken; 7 kadın ise hiç tanımadığı biri tarafından öldürülmüş…
9 kadının kimin tarafından öldürüldüğü bilgisine ulaşılamamış…
Geçen yıl yani 2024’de 280 kadın aile içindeki bir kişi tarafından öldürülmüş…
Kadınların 226’sı evinde, 76’sı sokakta, 13’ü ıssız bir yerde, 13’ü kamusal alanda, 13’ü arabada, 10’u işyerinde, 6’sı suda ve su kenarında, 5’i arazide, 4’ü otelde, 3’ü eğlence mekanında, 5’i bunlar dışında bulunan yerlerde öldürülmüş…
20 kadının nerede öldürüldüğü bilinmezken, kadınlar İçin en güvenilir yer olan evlerinde öldürülen karınların oranı yüzde 57 olup, bu oranı bileğisiniz kaydederken inanamadım. Defalarca teyit ettim ama doğruymuş…
Bu yıl öldürülen kadınların 222’si ateşli silahla, 113’ü kesici aletle, 33’ü boğularak, 14’ü darp edilerek, 3’ü yakılarak, 1’i yüksekten atılarak, 1’i ise bunlar dışındaki bir silahla öldürülmüş…
7 kadının nasıl öldürüldüğü tespit edilememiş…
Bu yıl öldürülen kadınların yüzde 57’nin ateşli silahla öldürüldüğünü belirtelim…
Türkiye’de 2024 yılında öldürülen kadınların 72’i 18 yaşın altında olduğu acı bir gerçek…
2024 yılında toplam 20 kadının öldürüldüğü anda koruma kararı olduğunu öğrenelim… Öldürülen 363 kadın hakkında ise koruma kararının olup olmadığı bilinmiyor…
Bu yıl ulaşılabilen verilere göre; öldürülen kadınların 71’nin bir işyerinde çalıştığı, 21’nin ise bir işyerinde çalışmadığı belirtilmiş…
TÜİK’e göre, işgücüne dahil sayılmayan kadınların sayısı yılın 3. çeyreğinde yani 2024 Temmuz-Ağustos-Eylül aylarında; 21 milyon 40 bin olarak açıklanmış…
Ev işleriyle meşgul olduğu için işgücüne dahil sayılmayan kadınların sayısı 7 milyon 5 bin olarak ifade edilmiş…
Verilere göre, bu yıl öldürülen 394 kadının 210’unun çocuğu olup, 4’nün gebe olduğunu anlıyoruz…
143 kadının ise çocuk sahibi olup olmadığı tespit edilememiş…
Ulaşabildiğimiz verilere göre bu yıl öldürülen kadınların 197’i evli, 81’i bekar olup, 116 kadının ise medeni haline dair bilgi tespit edilememiş…Konya’da T. K. evli olduğu B.K’ı boğarak öldürüp uçuruma attığını itiraf etmiş…
Yorum yapmadan, sadece şunu söylemek isterim ki ülkemiz maalesef ne hale getirilmiş?..
Biz hâla DU BAKALİ NE OLACAK tavrındayız. Aziz nesin Ustamız mezarından kalksa bize ne der acaba?..Mahkeme, T.K.’a indirim uygulamadan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermiş. B.K’ın cesedi hala bulunamamış. Kahrolmamak elde değil…
Küçük yaşta zorla evlendirilen ve uzun yıllar cinsel istismara maruz kalan H.K.G.’nin davasında nihayet karar açıklanmış… Fail K.İ.’ye “çocuğa karşı cinsel istismar” ve “zincirleme şekilde cinsel istismar” suçlarından 36 yıl, baba Y.Z.G’ye “cinsel istismar suçuna iştirak” ve “ebeveynlik görevini ihmal” suçundan 18 yıl 9 ay hapis cezası verdiğini vurgulayalım…
Konunun ne kadar önemli olduğunu, biz hekimlerin görevlerinin ne kadar ağır olduğunu, giderlerse gitsinler sözüne aldırmadan; toplumu sadece fiziksel yönden değil aynı zamanda siyasi, sosyal ve en önemlisi RUHSAL yönden iyi etmemiz gerektiğini belirteyim…
Bu ülkeyi eğitimli kadınlarımızın düzelteceğini, annelerimizi özlerken onları da çağdaş anlamda eğitmemiz gerektiğini belirtelim…
Kadın Cinayetlerini ve ülkemizde estirilen şiddeti önlemenin yolu; biran önce insan hakları ve demokrasiyi hedefleyen siyasi bir yapının iktidara gelmesi için artık masa başında değil, sokaklarda mücadele etme zamanı geldi de geçti bile…
Her yurtseverin taşın altına elini koyması, örgütlenmesi şarttır…
Sizleri fazla üzmeden, güzel bir öyküsü acıklı olan bir Edirne türküsü ile bitireyim. Türküyü derleyen Ümit Kaftancıoğlu Ustamızı saygı İle anıyorum
*Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar.
*Aşrı Aşrı Memlekete Kız Vermesinler.
*Annesinin Bir Tanesini Hor Görmesinler.
*Uçan Da Kuşlara Malûm Olsun, Ben Annemi Özledim.
*Hem Annemi Hem Babamı, Ben Köyümü Özledim…
Sevgilerimle…
Dr. Mustafa Torun
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.