DOLAR 36,5168 0.09%
EURO 39,6801 0.11%
ALTIN 3.417,460,17
BITCOIN 2935183-6,68%
İstanbul
12°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

X
Özel: ‘Zengini değil vatandaşı kayıran, kollayan bir iktidar kuracağız’

Özel: ‘Zengini değil vatandaşı kayıran, kollayan bir iktidar kuracağız’

CHP lideri Özgür Özel, NOW TV’de İlker Karagöz ile Çalar Saat programına konuk oldu.

ABONE OL
7 Mart 2025 09:41
Özel: ‘Zengini değil vatandaşı kayıran, kollayan bir iktidar kuracağız’
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, NOW TV’de İlker Karagöz ile Çalar Saat programına konuk oldu.

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, NOW TV’de İlker Karagöz ile Çalar Saat programına konuk oldu. Kendisine yöneltilen soruları yanıtlayan Genel Başkan Özgür Özel, ilk olarak Belçika’nın başkenti Brüksel’de gerçekleştirdiği temaslar hakkında, “Dünya çok zorlu bir döneme girdi. Avrupa da tabii ki çok tedirgin. Amerika seçimlerinden sonra Trump’ın ilk önce kendi etrafındaki ülkelere, sonra maalesef Filistin’e… Bunu Avrupalılara da çok hatırlattık. Onlar maalesef mesele Ukrayna olunca çok hassas oluyorlar. Tabii ki PedroSanchez’in bizim Sosyalist Enternasyonal Başkanımız, İspanya Başbakanı PedroSanchez’in Filistin konusundaki hassasiyeti çok önemli. Ama genelde Avrupa, Ukrayna konusunda çok hassas ve Filistin konusunda biraz daha onu az konuşuyor gibi. Biz onu bolca dile getirdik. Ama ‘Filistinliler buradan gitsin. Biz buraya yazlık yapalım, otel yapalım, güzel işletiriz’ filan. Bu tabii çok küstahça bir tavır. Bu insanlık suçu; tehcir. Orada yaşayan insanların topraklarına göz koymuş. Onları oradan sürecek, oraya otel – motel yapacak. Yeni bir insanlık suçu. Buna en sert tepkiyi göstermek gerekiyor” dedi. Özel, şunları söyledi:

“SÜREÇ TÜRKİYE’NİN ÖNEMİNİ ARTIRIYOR”

“Şimdi Ukrayna – Rusya savaşının bitmesini istiyor kendince. O savaş bitsin, oraya hem para aktarmamak hem de oradaki değerli çip üretiminde önemli olan, pil üretiminde önemli olan bir takım maden ve mineraller var 17 tane. Onları oradan satın almak istiyor. Oraya da saldırdı. Tabii Avrupa bugüne kadar Amerika’nın müttefikliğine alışık. NATO’nun en güçlü ordusu aynı zamanda Avrupa’nın ordusuyken, bir anda Ukrayna’yı tehdit eden, Avrupa’yı tehdit eden bir dil başlayınca Avrupa’nın çok ciddi güvenlik kaygıları var. Tabii bu süreç NATO’nun ikinci güçlü ordusuna sahip olan, ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye’nin önemini artırıyor. Türkiye’yi gündeme getiriyor. Biz bu süreci zaten çok uzun süredir takip ediyoruz. Bir Brüksel programı planlanmıştı. IratxeGarcia, Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’ndaki ilerici ittifak olan siyasi akrabalarımız bizi davet ettiler. Parlamentoda gruba bir konuşma yaptım. Normal şartlarda ilginin ne kadar olduğu… Grubun yarısı dinlese çok önemli ilgi olur, neredeyse tamamının dinlediği bir toplantıydı. Bunun anlamı şu: Avrupa, Türkiye’nin ana muhalefet partisi, son yerel seçimlerin ve bütün dünyanın dikkatini çeken ki Erdoğan’ın ilk kez kaybettiği diye bakıyor onlar. ‘Şu anda Türkiye’nin birinci partisi, geleceğin iktidar partisi, Cumhurbaşkanı adayını da hazırlayan Cumhuriyet Halk Partisi meselelere nasıl bakıyor ve bize ne vaat ediyor, ne anlatıyor?’ Onun için çağırıyorlar. Tabii bugünün gündemi, bu yakıcı gündem daha da ilgilerini çekiyor, onu daha çok konuşmak istiyorlar. 15-20 dakikalık bir sunuş konuşmasından sonra bir saati geçen bir toplantı oldu soru cevaplarıyla. İlk gün çok başarılıydı. Onun üstüne mesela şimdi Nisan ayında Türkiye raporunu konuşacağız, Avrupa Birliği’nin Türkiye İlerleme Raporu. Onu yazacak olan Raportör Sanchez ile çok yakın ilişki içindeyiz. Geldiğinde mutlaka bizi de ziyaret ediyor. Onunla görüştük. Pek parlak bir rapor gelmiyor. O raporun bir tarafı; Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmek için ne yapıyor, karnesi nedir? Orada karne perişan. Hiçbir şey yapmıyoruz. Geriye gidiyoruz. Her geçen gün geriye gidiyoruz.”

“TÜRKİYE TAMAMEN OYUN DIŞI KALMIŞ DURUMDA”

“Avrupa Birliği için mesela pandemide tedarik zinciri kırıldı, Türkiye’nin önemi arttı. ‘Keşke Türkiye üyemiz olsa’ derler. Ya da bu süreçte Türkiye’nin güçlü ordusu var. ‘Buna sahip ülke, Avrupa Birliği’nin tam üyesi olan bir ülke olsa da Avrupa Birliği’ne en önemli katkıyı verse, keşke olsa’ derler. Ama güçlü ordunuz var diye ya da iyi tarım imkanlarınız, genç nüfusunuz var diye sizi almazlar. Nasıl alırlar? Belli olan bir şey var; Kopenhag kriterlerini yerine getirdiyseniz alırlar. Türkiye, orada tamamen oyun dışı kalmış durumda maalesef. Sadece statü olarak duruyor. Ama Kopenhag kriterlerini sağlamayı bırakın… Şundan bahsediyorum 72 kriteri peşi sıra sağlayarak, ki bunlar Kopenhag kriteri değil bu diyeceklerim. Bunları sağlayarak serbest dolaşım alacaktık. Bunların 66’sını 2015 – 2016 yılında yerine getirdik. 6 tane kalmıştı. Hatırlayın; Kişisel Verileri Koruma Kanunu, terör tanımı ve siyasi ahlak yasası önemli, öbürleri INTERPOL, polis gücü vs. Onlar hallolur, üçü kolay. O gün bir yıl bile olmadan 72’de 66’yı yapmıştık. Kalan altısında bir adım ileriye gitmedik. KVKK’daki son düzenleme ile kanunda geriye gittiğimiz söylendi. Çünkü Avrupalı olmak, demokratik bir ülke olmak, özgür bir ülke olmak niyetimiz değilmiş. İktidarın niyeti değilmiş. Öyle olsa bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nin sizi rahatsız eden belediye başkanlarını hapse attırmazlar. Tweet atan akademisyeni Bakırköy Cezaevi’nde 20 gün tutamazsınız. Halk TV’nin gazetecileri, Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ı 34 gün içeride tutup, sonra ‘Pardon’ diyemezsiniz. Bir başsavcı koyacaksınız, o canının istediğini alacak. Bugün bu programda sizden rahatsız olacak, alacak sizi Silivri’ye koyacak. 34 gün sonra hakim diyecek ki ‘İlker Karagöz’ün yaptığı gazetecilik. Ne var?’ O 34 gün ne olacak? Böyle yedi yıl kalanlar var içeride. İçeride Hatay halkının seçtiği milletvekili var. Ya da hepimizin canı ciğeri, Vera’nın babası Tayfun kardeşimiz var. Niye içeride? Hepimizin yerine içeride. ‘Gezi’ deyip alıyor, temsilen koyuyor. Gezi’de hiç bir çatışma olmadığı günlerde, kendisi ile görüşmeyi yapıp da ‘Bu ağaçlar artık kesilmeyecek, AKM yıkılmayacak, yerine AVM yapılmayacak. Haydi evimize dönebiliriz’ deyip de tepki alan Tayfun’u, ‘Gezi’de darbe yapmaya çalıştı’ diye içeride tutuyorlar. İki kez resimleriyle, her şeyi ile dosya da verdim kendisine (Erdoğan’a).”

“‘GEL ÜYEMİZ OL’ DEMEZLER, KRİTERLER VAR”

“Maalesef şimdi bunların yaşandığı ülkeyi bu arkamızdaki ekranda resimde görünen liderler alıp da ‘Gel bakalım, sen de bizim üyemiz ol’ demezler. Ama Kopenhag kriterlerini teker teker yerine getirirseniz, demokratikleşirseniz, basınınız özgürse, akademisyenleriniz özgürse, düşünce özgürlüğü varsa, hak ihlalleri yoksa, ülkede yaşayanların sorunları konjonktüre göre ‘Sorun’ ya da ‘Değil’ diye kabul edilmiyorsa… Yani ‘Kürt sorunu var’ deyip, sonra hiçbir şey değişmeden ‘Kürt sorunu yoktur’ demiyorsanız. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar vatandaşınız için düşünüyor, taşınıyor, tasarlıyor ve onları mutlu yaşatıyorsanız sizi bu ailenin içine alıyorlar. Yoksa bizim gibi maalesef gidip orada derdinizi anlatmak durumundasınız. Şunu söyledim: Göçmen krizi olduğunda, Suriye’den Türkiye’ye sığınmacılar geldiğinde o zaman Merkel gitti Erdoğan ile el sıkıştı. 6 milyon Euro karşılığında bütün sığınmacıları Türkiye’ye hapsetti. Şu anda Türkiye’de 4,5 milyon sığınmacı var. Çünkü Türkiye, ‘Geleni alacağım, size yollamayacağım’ dedi. Erdoğan karşılığında Türkiye’deki sığınmacılar için para aldı. Şimdi bu anlaşma ne Avrupa’nın ilkelerine uygun… Çünkü bir sorun varsa bu sorunu hep birlikte üstlenmeliydik. Böyle bir ülkeye parasını verip de Avrupa sığınmacı sorunundan bu kadar kolay kurtulmamalıydı. Türkiye’de 4,5 milyon değil o zaman 400 bin sığınmacı olurdu. Geri kalanı da Avrupa Birliği’nin çeşitli ülkelerine yerleştirmiş olurdu. Günü gelince de hep beraber yollanırdı. Ama Türkiye’ye maalesef bu işi yaptılar. Onu hatırlatıp dedim ki ‘Bizi mahvettiniz. Avrupa Birliği açısından da ilkesiz bir iş yaptınız. Türkiye’yi de sığınmacı deposuna çevirdiniz.’ Dedim ki ‘Bu sefer de güvenlik kaygısı var. Efendim Türk ordusu güçlüdür, Avrupa’yı biz koruyalım… Oturup da geçen seferki gibi ilkesiz bir pazarlıkla bizi sıkıntıya sokmayın. Ne yapın? Demokrasi temelli bir müzakere yürütün. Pragmatistler, faydacılar pazarlık eder ama gerçek müttefikler oturur, müzakere eder. Türkiye’yi sıkıntıya sokacak, zorda olan ekonomik durumumuzu da istismar ederek Türkiye ile bir al – ver pazarlığı yapmak yerine gerçek dostlar gibi müzakere edelim ve soruna birlikte çare bulalım.’”

“BİR YIL İÇİNDE TAM ÜYELİK PROSEDÜRÜNÜ TAMAMLAYACAĞIZ”

“Bunun en hızlı çözümü şudur: Biz erken seçim istiyor muyuz? Biz ‘Hodri meydan’ diyorduk. Erdoğan yarın ‘Haydi’ dedi, çıktı. Seçime gittik. Haziran ayında seçimi yaptık, geldik. Biz temmuz ayından itibaren… Onlara da tam şöyle söyledim: ‘Seçimi kazandığımızın ertesi günü ışık hızıyla Kopenhag kriterlerini yerine getirmeye başlayacağız. Türkiye demokratik, özgür bir ülke olacak. Bütün yasakları kaldıracağız. Kapınıza geleceğiz ve tam üyelik isteyeceğiz.’ 77 ülkeden 89 sol, sosyal demokrat, sosyalist parti bir bildirinin altına imza attı, ‘CHP’nin Avrupa Birliği hedefini tam destekliyoruz’ diye. Biz onu yaptığımız takdirde. Türkiye, Avrupa Birliği’ne tam üye olduğunda. Bu tabii öyle iki ayda, üç ayda olacak bir şey değil. Ama bir yıl içinde çok hızlandırılmış bir şekilde süreçleri tamamlayıp, tam üyelik prosedürünün bize düşen kısımlarını yapacağız. Hızla ilerleyeceğiz. O zaman Türkiye’nin artık Avrupa’yla… Mesela gençlerin vize sorunu, onu ayrıca dile de getirdim. İlk günkü temaslarımda vize sorununu hep konuştum. Hastamızın, gencimizin, akademisyenlerimizin, sanatçılarımızın vize sorunu diye bir şey yok çünkü artık Türkiye ile Almanya, Fransa arasında sınır yok. Yunanistan arasında sınır yok. Hepsi Avrupa sınırları içinde olacak. İş adamlarımızın, gidip de anlaşma yapıp… Avrupa’nın iş adamı olacaklar. Çalışanlarımızın işsizlik sorunu diye bir şey olmayacak. Zaten Avrupa’da genç nüfusa ihtiyaç var. Gençlerimiz için Avrupa’nın dört bir tarafına ne zaman isterlerse eğitime gidebilecekleri, ne zaman isterlerse tatil yapabilecekleri, çalışabilecekleri ve dönebilecekleri… Büyük Avrupa ailesinin bir parçası olacağız.”

“KAYGIYLA TAKİP EDİYORLAR”

Genel Başkan Özgür Özel, siyasette dizayn arayışları, soruşturma ve tutuklamalar hakkındaki soruya şu yanıtı verdi:

“Buraya gelirken bana İstanbul İl Başkanımız Özgür Çelik eşlik etti. Özgür Çelik’in kendisine dava açtılar. Görev yaptığı İstanbul İl Başkanlığı binamıza dava açtılar. İstanbul İl Kongremize dava açtılar. İstanbul İl Binamızın girişinde bir kedimiz var, adı Şanslı. Bir Şanslı’ya dava açmadılar. Suçumuz ne? 31 Mart’ta AK Parti’yi hem de ikinci kez, güçlü bir şekilde her iki İstanbulludan birinin oyunu alarak yenmek. Erdoğan’ın zihnindeki şu ses, kendi sesi onu uyutmuyor. ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder’ demişti ya, ‘İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır’ demişti ya. Onu hatırladığı için böyle bir rahatsızlık var. Avrupa Birliği’ndeki, Brüksel’deki temaslarla ilgili şunu söyleyeyim. Türkiye’de yaşanan bu süreç çok yakından takip ediliyor. En çok soru bu konuda geldi. Ekrem İmamoğlu’na beş tane siyasi yasak getirilmesi talebi. Davalar hakkında ‘Nedir davalar?’ denildiğinde, ‘Bizim çocuklarımıza yaptığınızı biz sizin çocuğunuza yapamayacağız, dedi savcıya. Bunun için iki yıldan yedi yıla kadar hapis istiyorlar. Üstüne bir de siyasi yasak istiyorlar’ deyince inanamıyorlar ‘Bu mu?’ diye. ‘31 yıl önce alınmış diplomanın iptaline uğraşıyorlar’ dedim. Bunu aslında hem kaygıyla, hem de acı acı gülerek takip ediyorlar. Çünkü şöyle görüyorlar: ‘Demek ki Erdoğan, bundan sonra demokratik yollardan bir seçim kazanamayacağını anladı. Bundan sonra kazanabilmek için bunlara yelteniyor’ diye bakıyorlar. Yine biz ülkemizin oradaki imajı, ülkemizin algısı bu kadar berbat yerlerde olmasın diye NachoSanchez’e mesela şunu söyledik: ‘Türkiye raporu yazarken Türkiye’de demokrasi ile ilgili sıkıntılar var, ilerleme yok. Büyük hak ihlalleri var. Elbette yazılıyor, yazılacak.’ Ama ellerine aldıkları zaman bu sefer Kıbrıs hakkında, bu sefer Türkiye’nin diğer hepimizi çok rahatsız edecek konularında, işte Ermeni meselesiyle ilgili filan, mesela o konular noktasında biz yine Türkiye raporunun hakkaniyetli yazılması için mümkün olan en samimiyetli gayreti de gösteriyoruz. Zaten şansımız, NachoSanchez son derece hakkaniyetli. Türkiye’yi neredeyse bizim kadar seven, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını benim kadar isteyen bir raportör. Bir de bu kadar şanslı bir dönemdeyiz. Maalesef bunu hiç iyiye kullanamıyoruz. Gittik, gördük, konuştuk. Oradaki görüntü şu: ‘Türkiye’ye çok söylendi, olmuyor. Onlar başka bir tarafı tercih ettiler. Demokrasiyi tercih etmediler. Avrupa’ya sırtını döndüler.’ Öyle bakılıyor. Biz de Türkiye’nin Erdoğan ve AK Parti’den ibaret olmadığını, Türkiye’de son yapılan anketlerde Avrupa Birliği’ne giriş talebinin en son yüzde 68 olarak ölçüldüğünü, yüzde 25’lere kadar geçmişte gerilemiş bu talebin yükselmesinde Türkiye’nin demokrasi ihtiyacının ve Avrupa değerlerine olan bağlılığının, çağdaş, uygar ve zengin bir ülke olmak istemesinin olduğunu, bunun da temsilcisinin biz olduğumuzu ısrarla ve sabırla anlattık.”

“BU FIRSATI DEĞERLENDİRMEK İÇİN DEMOKRATİK OLMAK LAZIM”

“Bizim orada yaptığımız dokuz temas; Gruptaki konuşma, Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi Başkanı David McAllister ve Avrupa Sosyalist Partisi Başkanı Stefan Löfven ile yaptığımız görüşmeden, bütün Komisyon başkanları ile yaptığımız görüşmelerden sonra program bitti. Biz kendi Brüksel’deki Birliğimizi ziyaret edip dönüp gelecektik. O sırada Avrupa Parlamentosu olağanüstü bir toplantıya çağrıldı. Olağanüstü toplantı sebebiyle orada İlerici Demokratlar grubunun kendi ülkelerinde iktidar olanları bir hazırlık toplantısı yaptılar. O hazırlık toplantısına benim davet edilmiş olmam son derece önemli, kıymetli bir mevzuydu. O toplantıya gittik. O toplantıda kim vardı, onu söyleyeyim. Bir kez Avrupa Birliği Konsey Başkanı AntonioCosta çağırdı. Toplantıda İspanya Başbakanı PedroSanchez, Almanya Başbakanı OlafScholz, Hollanda İşçi Partisi Başkanı Franz Timmermans, Fransız Sosyalist Partisi Başkanı Olivia Faure, Bulgaristan’ın yeni Başbakan Yardımcısı AtanasZafirov vardı. Bunlar ülkelerinde iktidarda olan, iktidar ortağı olan, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan olan kişiler ve o toplantıya hazırlık için masaya oturdular. O masanın başına bizi de davet ettiler. Hatta bugün de beşli bir telekonferans görüşmesinde Erdoğan ile de görüşme yapılacak. O görüşmede PedroSanchez, OlafScholz olacak. O açıdan bizim dünkü yüz yüze temaslarımız çok kıymetliydi. O toplantılarda Türkiye’nin önemini, güvenlik kaygılarını paylaştığımızı, Avrupa’ya katkı sağlayacağımızı, bizi Avrupa’nın itmemesini, aksine bizim hükümetimizin yaptığı yanlışlara rağmen Türkiye’yi kapsamasını, Türkiye ile sıkı işbirliği içinde olmasını ve Türkiye’nin sürecini tamamen terk etmemeleri gerektiğini en uygun dille anlatmaya çalıştık. Şimdi de döndük, takip edeceğiz bundan sonraki süreci. Bizim temaslarımız iyi geçti. Türkiye açısından aslında büyük fırsatların olduğu bir dönem başlıyor. Ama bu fırsatı değerlendirmek için demokratik olmak lazım, Avrupa’ya benzemeye çalışmak lazım. Öyle üçüncü dünya ülkelerine ya da tek adam rejimlerinin yönettiği ülkelere benzeyerek, gazetecileri baskı altına alarak, akademisyenleri alarak, belediye başkanı tutuklayarak, seçilmiş milletvekilinin hapiste tutarak olmaz. Buraya derdini anlatamazsın o zaman.”

“ORDUYU SEN YÖNETMİYORSUN”

Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine yönelik sözleri ve kuvvet komutanlarına ‘Dava açın’ talimatının ardından yapılan başvurular hakkında şunları söyledi:

“Erdoğan bunu, bundan altı yıl önce yine yapmıştı. Ben Hulusi Akar’a, ‘Sen silah arkadaşlarının hayır duasını almamış, bedduasını almış adamsın’ diye Meclis’te konuştuğumda grupta aynen böyle dedi. ‘Önce tazminat, sonra ceza’ dedi. O günün parasıyla 500 bin liralık dava açtılar. Bugünün parasıyla 3,5 milyon falandır. O davalar görüldü, Yargıtay aşaması da bitti. Ve bir kuruş tazminat ödemeye mahkum olmadım. Oradan çıksa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bozardı. Çünkü benim söylediğim şeyin ifade özgürlüğü sınırları içinde olduğunu herkes biliyordu. Bu sefer de tutmuş ‘Efendim hepsi dava açacak.’ Bir kere o Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı onlara da yeni açtırmış. Ben konuşmamda diyorum ki ‘Genelkurmay Başkanı ile Milli Savunma Bakanı’na sözüm yok bu konuda. Onların gayret sarf ettiklerini biliyorum. Ama bu teğmenleri yakan öbür ikisi. Onların da olduğunu biliyorum’ diyorum. Ben zaten teğmenler meselesinde şunu söylemiştim. ‘Burada ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ dedi diye ordudan birilerini atarsanız, siz bu orduya en büyük kötülüğü yaparsınız. Çünkü bu ordunun kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Şimdi diyor ya ‘Başkomutanım.’ Ya anayasada yazıyor. Sen ne başkomutansın? Sen Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yani Meclis 600 kişi birden bir şey yapamayacağı için veya 600 kişi tek cisim olmadığı için başkomutanlık bir kişilik bir iş olduğu için ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi adına temsil görevini yapar’ diyor. Savaş olduğunda zaten başkomutan sen olmuyorsun, orduyu sen yönetmiyorsun. Ama ‘Temsil görevi yapar’ diyor, ‘Benim yerime yapar’ diyor. Sen anayasaya göre başkomutanlık görevini Özgür Özel ve onun gibi milletin görevlendirdiği Meclis’teki herkes adına temsilen yapıyorsun. Sen Ana Muhalefet Liderine ‘Ayağını denk al, yoksa denk getirmesini biliriz’ dersen, işte o Avrupa Birliği fotoğrafında yer alamazsın. Çünkü onların ülkesinde böyle bir siyaset dili yok. Ben ilk genel başkan olduğumda da söylemiştim. Tehdit dili, ne siyaset dili. Böyle bir siyaset dili yok. Bu bir tehdit dili. Ve ben bu tehdit dili terk edilsin diyorum. Çünkü Manisa’nın Hacıaliler köyünde, şimdi işte kırsal mahalle oldu. Manisa’nın Şehzadeler ilçesinin Hacıaliler kırsal mahallesinde, benim mahalle temsilcimle Erdoğan’ın mahalle temsilcisi birbirine bu dille konuşmuyor. Birbirinin cenazesine gidiyorlar, birbirinin düğününe gidiyorlar, bayramlarda hal hatır soruyorlar, yolda karşılaşınca görüşüyorlar. Ve birbirlerine ‘Komşu ayağını denk almazsan denk getiririm’ demiyor AK Partili ve CHP’li olduğu için. Ama en tepedekiler bunu yaptıkları zaman işte ne oluyor biliyor musunuz? Millet aç, millet yoksul, işsiz, sefil, güvencesiz, kaygılı. Biz tepede bunu yapıyoruz. Vallahi utanıyorum. Yoksa yani buna cevap vermek kadar kolay bir şey yok. Gerektiğinde de veriyoruz. Ama gerçekten böyle bir işin parçası olduğum için utanıyorum. Şundan dolayı utanıyorum. Bu ülkede ilk kez hava, kara, deniz harp okullarının birincileri kadın olmuş. Bu Cumhuriyet rüyasıdır. Sen bu kadınlardan birinci teğmeni alacaksın, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ dedi diye ordudan atacaksın. Bu da Cumhuriyet’in kabusudur. Birisi Cumhuriyet rüyası, bir tanesi Cumhuriyet’in kabusu. Ne? Cumhuriyet’in kurucu liderine ve ordunun ebedi başkumandanına sadakat bildiren teğmeni ordudan atmak demek, bu ülkenin genleriyle oynamak, bu ülkenin ana kolonunu kesmek demek. Bakın bu ülkenin bir sürü kolonu var. Her biri çok kıymetli. Ama ana taşıyıcı kolon Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür, onun kurduğu Cumhuriyet’tir. Ana taşıyıcı kolon. Bu ülkede yüzde 95, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılığını, sevgisini bildiriyorken sen bunu söyleyen teğmeni atarsan ana kolonu kesersin. Sonra ‘Bu bina niye çöktü’ diye karşısına geçip ağlarsın. Ben o binayı çökertmesinler diye mücadele ediyorum. Yoksa kavga etme niyetinden falan değil. ‘Günü gelince bunun hesabını sorarız’ dedim. Ve nasıl soracağımızı da söyledim. Günü geldiğinde bu teğmenler şimdi kendilerini nerede görmek istiyorlarsa orada. Çünkü bir ara şöyle bir şey oldu. Herkes iyi niyetle yok belediyeye alalım, yok. Nerede kendilerini görmek istiyorlarsa orada olurlar ve biz onlara sahip çıkarız, biz iktidara geldiğimizde bu teğmenler kayıpsız orduya dönecek, onları atanlar da ordudan ayrılacaklar, emekli olacaklar. Bunu söylüyorum ben. Bir değil bin dava açsalar… Bir talimatla başkomutan sıfatıyla diyormuş. Bana bir komutana, iki komutana değil ordudaki her bir asker ve personele dava açtırsa ben bu noktadan bir adım geriye atmam. Çünkü o teğmenlerin duruşu, Cumhuriyet’in taşıyıcı kolonudur, onlara saldırmak kolonu kesmektir.”

“ESKİ BİLDİĞİNE DÖNDÜ”

Özel, “Normalleşmeden tehdit diline nasıl gelindi?” sorusuna, “Erdoğan’ın işine geldiği için geliniyor. Şöyle söyleyeyim. Tehdit dilini kullanmadığında, barış dilini kullandığında söyleyecek sözü kalmamış demektir. Kavga etmek istiyor. Çünkü barış içinde konuşup da mesela enflasyon nasıl düşecek, hayat pahalılığı nasıl giderilecek, işsizlik nasıl çözülecek. Bunlar üzerinden söyleyecek sözü yok. Ben genel başkan olduğum günden beri bütün arkadaşlarımızla birlikte siyasetin dilini nezaket sınırları içerisinde tutmaya, ama ülkenin gerçek sorunlarını konuşmaya başladık. Nereden başladık? Rize’deki çay mitinginden başladık, atanmayan öğretmen mitinginden başladık. Gaziantep’te fıstık üreticisinin derdini dinlerken başladık. Hayrabolu‘da dolu altında buğday mitingi yaparken başladık. Manisa’daki tarım mitinginde, Çukurova‘daki pamuk mitinginde başladık. Ve her yerde kimin ne sorunu varsa gidip onu orada anlatmaya ve mesela Gebze’de asgari ücret zam almamıştı Temmuz’da. 100 bin kişinin üzerinde Gebze’de ve Kocaeli’de işçilerle sadece, asgari ücrete zam yapılmamasını protesto ederek başladık. Erdoğan bunlardan herhangi birisine bir kelime, nezaket içinde ve siyaset dili içinde cevap verdi mi? Bir şey söyledi mi? Yok. O ne yaptı? Onun önüne anketler gitti, CHP’li belediyelerden memnuniyet çok yüksek, Cumhuriyet Halk Partisi bugün seçim olsa birinci parti. ‘Aman bu siyaset onlara yarıyor, sen eski bildiğine dön.’ Ne onun bildiği? Kavga etmek. Hakaret etmek. Onu yapıyor” yanıtını verdi.

“VATANDAŞIN SORUNUNUN KONUŞULMASINDAN ALIKOYACAKLAR”

Genel Başkan Özel, normalleşme süreci sırasındaki anketlerin Erdoğan’ı memnun etmediği tespiti hakkında şöyle konuştu:

“Bu zaten Ankara’da bilinen bir gerçek zaten. Hani demişler ki, ‘Normalleşme Cumhuriyet Halk Partisi’ne yarıyor. Çünkü sorunlar konuşuluyor. Sen normalleşmeyi bitirme çünkü onun da bir maliyeti var. CHP’ye bitirt.’ Onun için sürekli nasırımıza basıyor. Beşiktaş’ta basıyor, Esenyurt’ta basıyor, işte Beykoz’da en son basıyor. Ekrem Başkan’la basıyor, İstanbul İl Başkanıma dava açıyor, basıyor. 10 belediye meclis üyemizi alıyor, terör örgütü bilmem nesi diye yaftalıyor, basıyor. Kurultayımıza dava açıyor, basıyor. Üç tane dava açtırdı, kayyum atama talepli. İçeriden, dışarıdan. Bu kayyum atamak ve partinin gidişatını bozmak… Ne olacak kayyum atarsa? 40 gün sonra kongre olacak, çok büyük bir coşkuyla. Cumhuriyet Halk Partisi oradan çıkacak ama 40 gün, vatandaşın sorununu konuşmaktan alıkoyacak. Yani hesap bu. Yoksa 40 gün sonra geleceğiz de kayyumun istediği biri mi seçilecek? Cumhuriyet Halk Partisi‘nin delegesi genel başkanına, AK Parti kayyum atacak. Onlar da 40 gün sonra başka birini seçecekler falan. Böyle bir şey olur mu Cumhuriyet Halk Partisi’nde? Ama 40 gün boyunca bizi siyasetten koparıp kendi içimize mahkum edecekler. Allah’tan Ankara’da delil yok, bir şey yok. Yani gerekçesini görmüşsünüzdür, mahkeme kararı diyor ki ‘Söylüyorsun da ispat edemiyorsun. Duydum diyorsun, duymakla olmaz. Gördün mü? Söyle.’ Yok. Birkaç tane başka başka yerlerden getirip dilekçe verdiklerinde, altlarını dolduramadılar. Okudunuz bütün ifadelerini. Ama ne oldu? 20 gün Cumhuriyet Halk Partisi’ni televizyonlarda tartıştırdılar.”

“DEVLETE OLAN GÜVENİ KAYBEDERLER”

Özel, vatandaşların asıl derdinin, “geçim derdi” olduğunu söylemesi ve bunun konuşulması talebi hakkında, “Başka bir şey istemez ki. Niye istesin? Kuvvet komutanlarının Özgür Özel’e açtığı dava, fileye bir tane fazla limon atar mı? Bir somun ekmek fazla verir mi? Aksine bunlar tartışıldığı için şu algı oluşur. ‘Ya bunlar orada bizim işimizi yapmak yerine, başka işlerle meşguller’ derler. Devlete olan güvenini kaybederler yani. Bunu görmek lazım. İlk iftarda Etimesgut’taydık. Konuşuyoruz. Ben de dedim ki ‘Siyasette kavgaları bitirmek ve gerçek vatandaş sorunlarını konuşmak benim ana siyaset anlayışım. Erdoğan da bana kızıyor. Ramazan mübarek gün, kimse kimseyi kızdırmasın. Erdoğan, ‘Altın hesabı yapma’ diyor ikide bir. Altın hesabından şundan çok rahatsız. Emekli, Erdoğan gelmeden önce en düşük emekli maaşı 8 çeyrek altın alıyormuş, şimdi en düşük emekli maaşı 2,5 çeyrek altın alıyor. Nerede bu aradaki 5,5 çeyrek tane çeyrek altın? Asgari ücret 7 çeyrek altın alıyormuş. Şimdi 3 çeyrek altın alıyor. Her bir asgari ücretli Erdoğan olmasa, ondan önceki dönem olsa 4 çeyrek altın, 20 bin lira fazla para alacak. Ben bunu gidiyorum Trabzon’da ise Trabzon’da, Manisa’da ise Manisa’da, Eskişehir’de ise Eskişehir’de, Ardahan’da eksi 17 derecede, kuyumcuda hesaplıyorum. Bakıyoruz. Diyor ki ‘Sarraf sarraf geziyor altın hesabı yapıyor.Bırak altın hesabını.’ Dedim ki ‘Ramazan mübarek gün kızdırmayacağım. Altın hesabı yapmayayım. Ne yapayım?’ Ben pide hesabı yapacaktım. Erdoğan geldiğinde 200 gramlık Ramazan pidesinden bir lira, 2,5 tane alıyormuş. Bugün bir lira 12,5 gram alıyor, tırnak kadar, bir dilim ekmekten ince. Bir dilim ekmek 20 gram. 12,5 gram pide alabiliyor. Bir başka deyişle 40 kat pahalılaşmış pide. Ve bunu anlatacaktım, anlattım. ‘Ne hesabı yapalım, altın hesabı yapmayalım da’ deyince teyze dedi ‘Güllaç hesabı yap.’ Gittim biraz basın da ilgi gösterdi gördünüz. Dedim ‘Ne oldu?’ ‘Güllaç sever misin?’ dedim. ‘Çok severim de alamıyoruz evladım, yapamıyoruz’ dedi. Ben sordum ‘Güllaç evde nasıl yapılır?’ diye. Ve hesapladım. Erdoğan’ın 22 yıl önce değil bakın, sırf cumhurbaşkanı olduğu, bütün yetkileri üstüne aldığı, 2018’deki bizim ‘tek adam rejimi’ dediğimiz, ‘Her şeyden ben mesulüm, ben’ dediği, yetkileri aldığı gün teyze güllacı 25 liraya mal ediyormuş evde. Bir tepsi güllaç. Şimdi 365 lira evde bir tepsi güllaç yapmak.”

“FAİZİ İNADINA HER GÜN İNDİRDİ”

Yüksek enflasyon ve asgari ücretli ile emeklinin durumu hakkındaki soruyu yanıtlayan Özel, şunları söyledi:

“Mehmet Şimşek enflasyonu düşürmeye geldi. 2,5 yıldır patinaj yapıyoruz. Enflasyon aynı yerde şu anda, hatta biraz daha yüksek. Yani Mehmet Şimşek geldiğinde Erdoğan şöyle söylüyordu. ‘Bakanımız geldi, artık rasyonel politikalara geçiliyor.’ Ki irrasyonel kötü işler yapana da talimatı kendi vermişti. Ne demişti? ‘Ben biliyorum, faizi düşür.’ Dün gittim bütün Avrupa’daki liderlerle de enflasyon meselesinde konuştuk, gördük. Şunu hatırlayalım. COVID-19’dan sonra bütün dünya enflasyon korkusu yaşadı. Nasıl oldu? Enflasyonu mesela 1,5’larda olan Almanya’nın enflasyonu 3,5-4-4,5 oldu. Bundan büyük bir rahatsızlık duydular. Amerika’da enflasyon yüzde 7’ye ulaştı, büyük bir rahatsızlık duydular. Hemen şöyle yaptı bütün dünya. Faizleri artırdılar. Faizler artırdılar ki ‘Enflasyon karşısında param eriyecek’ korkusuyla insanlar, enflasyon olunca para değerini kaybediyor ya, harcamaya yönelmesin veya dövize yönelmesin, başka bir şeye yönelmesin. Faizleri artırdılar. Basit, bütün dünyadaki ekonomistlerin aldığı ve bütün dünyada işleyen bir tedbir. Faiz yüksek olunca millet parayı faize koydu, harcamaya gitmedi. Zorunlu harcamalar dışında. Başka yatırım araçlarına gitmedi. Örneğin konuta yönelip de konut fiyatları fırlamadı. Araca yönelip de araç fiyatları fırlamadı. Para, ülkelerin bankasında tutuldu ve enflasyonlar bütün dünyada döndü yerine oturdu. Şu anda öyle. Bizde değil. Çünkü Erdoğan ‘Faiz ortada duruyorken nasıl faizi artıracaksın’ dedi. Yani ‘Faiz haramdır’ dedi. O gün. Ve o bütün dünya faizleri, enflasyonunun üzerine taşırken Erdoğan inadına faiz indirdi her gün. O indirdikçe iki şey oldu. Bir, enflasyon fiyatlar fırladı. Neden? Para eriyor, ev alayım deyip herkes ev almaya saldırınca ev fiyatları, ev fiyatları pahalı olunca kiralar fırladı. İkincisi, ‘döviz alayım’ diye döviz aldılar, dolar dört liralardan 40 liralara doğru, önce 20 liralara doğru gitti hatırlayın. O doları önce 8 lirada tutmak için, olmadı 12’de, olmadı 16’da, yok 20’yi geçmesin diye 128 milyar dolar rezervimiz gitti. Yerine konacak diye bütün memleketin anası ağlıyor şimdi. O süreçte devletin rezervleri de eridi. Ve ekonomide yapabilecek bir şey kalmayınca enflasyon fırladı gitti. Alman, enflasyonu için‘Dört buçuk olmasın, beş olmasın’ deyip durdururken biz yıllık TÜİK’e göre yüzde 80, ENAG’a göre ki TÜİK bu hesabı nereden yaptı, hangi yerden aldığını ilan etmiyor, ENAG şeffaf gösteriyor,yüzde 160’ları gördük. Bugün TÜİK diyor ki ‘yıllık enflasyon yüzde 40’ ENAG da diyor ‘80.’ Ben de diyorum ki bizi dinleyenlere, geçen sene bugün aldığın 50 liralık mal 70 lira olduysa TÜİK haklı, 90 lira olduysa ENAG haklı. Ben gidiyorum pazara, görüyorsunuz videolarımızı, geziyoruz. Çocuk kıyafeti satıyor. En basit, mütevazi. Pazardan çocuğuna bir üst baş alana soruyorum. Bu takım kaç para? Diyor ki ‘500 lira.’ Geçen sene kaç paraydı diyorum? ‘200’ diyen var, ‘220’ diyen var, ‘250’ diyen var. Yüzde 80-90-100’ün altında fiyatı artan hiçbir şey yok. Asgari ücretliye yüzde 30 zam yapıldı. Ve bu şartlar altında insanlar şunu yaşıyorlar. Eskiden Erdoğan şöyle söylüyordu, ‘Asgari ücretlimizi, emeklimizi enflasyona ezdirmedik.’ Bu şu demek. Enflasyon oranında zam verdik demek. Bu iyi değildir, yeterli değildir. Çünkü bir kere enflasyon Türkiye’de gerçek hesaplanmadığı için insanların maaşından para çalınıyor. Ayrıca refah payı vermeniz lazım ki ekonomi büyürse yerinde saymasın. Çünkü ekonomi büyürken sen yerinde sayarsan gerçekte sen küçülürsün. Bu zaten iki yönlü kötü bir şey. Ama bu sene çok daha fena bir şey yaptılar. Gerçekleşen enflasyona göre değil, beklenti enflasyonuna göre zam verdiler. Ya beklenti enflasyonu senin beklentin. Gerçekleşmemiş, becerememişsin. Cezasını niye emekli çeksin? Cezasını niye asgari ücretle çeksin?”

“TOK AÇIN HALİNDEN ANLAMAZ”

Genel Başkan Özgür Özel, AK Partili Mustafa Elitaş’ın “Halk fazla harcamasın diye yeterli zammı yapmadıklarına” yönelik açıklamalarını şöyle değerlendirdi:

“Allah akıl fikir ve birazcık vicdan versin. Bu neden biliyor musunuz? Bunun bir atasözü var. ‘Tok açın halinden anlamaz.’ Bu o. Kendisi öyle bir durumda ki istediğini alabiliyor, istediğini harcayabiliyor, istediğini yiyor, istediğini içiyor ve tasarruf edebiliyor ya. Sanıyor ki asgari ücretli o durumda. Bir kere senin malınla mülkünle, aldığın maaşla asgari ücretlilerin durumu bir mi? Asgari ücretli dediğin kişiye sen 17 bin veriyordun yeni 22 bin yaptın. O 22 bin lirayla, bir de Tayyip Bey’e uyup üç çocuk yaptıysa beş boğaz, bir kere beş boğaz doyacak. Sırf çay simit versen yetmiyor bu para. Biliyorsunuz defalarca yaptık bu hesabı. Beş boğaz için. Bunun bir kere ev kirası var. Eğer babadan evi yoksa, ev kirası var. 22 bin lira. Sen İstanbul’da 22 bin lira veriyorsun, bir de kira ver diyorsun. Kümeste otursa 12 bin verir, kümeste otursa 12 bin verir. 20 bin liraya ev mi var İstanbul’da normalde oturacak? Yok ama gecekondularda kümes gibi evlerde 10-12 bin lira veriyor. Kalan 10 bin lirayla da o çocuklar doyacak, giyinecek, okula gidecek. Akıl alır gibi bir mesele değil. Diyor ki ‘Ben buna fazla maaş verirsem bu yatırım yapmaz.’ Ne yatırımı? Adam çocuklarını aç yatırıyor ya. Çocuğunu aç yatırıyor. Ben buna çıldırıyorum. Yoksa Mustafa Elitaş, biz onunla Meclis’te çok konuştuk, tartıştık, atıştık. Ama burada bir vicdan meselesi var. Bu böyle bir siyaset meselesi değil. Vicdan meselesi.”

“AKIL ALMAZ BİR ŞEY”

Özel, Milli Eğitim Bakanlığı konferansının yüksek maliyeti ve tasarruf genelgesinin sonuçları hakkında, “Akıl almaz bir şey. Bir kere şöyle bir şey yaptılar. Tasarruf genelgesi yayınladılar ve dediler ki ‘Makam araçlarını azaltacağız.’ Bütün makam araçlarını gözden geçirmişler, bin makam aracı fazlalıkmış. O bin makam aracı satılmadan daha bütçeye 3 bin 500 yeni makam aracı için para koydular, kararlaştırdılar, aldılar. Gerçekten vatandaştan kendi beklediklerini asla kendileri yerine getirmeyen, vatandaştan kopmuş… Yani bir yerde yoksul halk geçinmeye çalışacak, hayata tutunmaya çalışacak insanlar. Bir tarafta da yukarıda mutlu, zengin, keyfi yerinde bir zümre. Adalet ve Kalkınma Partisi artık iktidar partisi olmanın dışında halktan kopmuş, tepede bir yönetenler zümresine dönüştü. Bu yüzden en hızlı şekilde vatandaşın gerçek patronu sandığın gelmesi ve vatandaşın bir karar vermesi gerekiyor. Biz onun için Cumhuriyet Halk Partisi olarak bütün her şey bir yana bu sorunları konuşabildiğimiz bir süreci başlatmak için bir erken seçim süreci başlattık. Kendimiz de ‘Erken seçimin adayı erken belirlenir’ diye 23 Mart günü sandık başına gideceğiz. Bütün üyelerimizle birlikte adayımızı belirleyeceğiz. Ondan sonra adayımız ile birlikte vaatlerimizle, kampanyamızla erken seçim sandığını önümüze getirmek için ne gerekiyorsa onu yapacağız” dedi.

“YURT DIŞI ÜYELERİMİZ DE OY KULLANMAK İSTİYOR”

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı aday adaylığı çalışmaları hakkında da şunları söyledi:

“Cumartesi – pazar günleri 10-12 ili gezerek, Cumhuriyet Halk Partisi’nin üye katılımının, üyelerinin en yoğun olduğu illerden başlayarak bu ön seçim sürecini yürütecek. Şöyle bir şey bekliyor… Ben dün Brüksel’deydim. Brüksel, ‘İlla biz de oy kullanalım’ diyor. Tabii oralarda resmi Cumhuriyet Halk Partisi üyeliği değil de dernekler var. O ülkelerin kanunları gereğince orada CHP değil, Cumhuriyet Halk Partili dernekler var. Şöyle bir karar verdik. Biz 23 Mart’ta seçimi yaptıktan sonra yurtdışı birliklerimiz kendi ilan edecekleri tarihlerde bütün üyelerini toplayarak, bir sandık da koyup Cumhuriyet Halk Partisi’nin Türkiye’deki adayına o ülkedeki Türk toplumu ne diyor? Onu oylayacaklar ve onu ilan edecekler. Belki şöyle bir şey göreceğiz: Ekrem İmamoğlu şu an tek aday. Ama 1 milyon 750 bin üyemizle… Bakın bu rakama da çıktık. Hatırlıyorsunuz 1 milyon 520 bin kişiyken bir çağrı yapmıştık. ‘Baba ocağına gelin. Kapılar açık. Gel, seç tarihe geç’ deyip. O ‘Gel’ kısmında Cumhuriyet Halk Partisi’ne, üyeliğe davet yapmıştık. Şubat ayı boyunca 230 bin üye geldi. Bakın, partinin şubat ayının başına kadar 1 milyon 520 bin üyesi vardı. Şubat ayında gelen 230 bin üye ile 1 milyon 750 bin üyeye ulaştık. Ben 1 milyon 600 bin hedefi koymuştum örgüte. ‘100 bin yeni üye’ demiştik. 250 bin yeni üye geldi. 23 Mart tarihinde 250 bin yeni üyemizin de katacağı, 230 bin yeni üyemizin de katacağı dinamizmle 1 milyon 750 bin kişi sandık başına gideceğiz. Çağırıyoruz.”

“‘ÖLÜNCEYE KADAR BURADAYIM’ DEDİ, BİZDE ÖYLE DEĞİL”

“Hep şunu söylüyorum: Dünyada bu otoriter liderlerin nasıl geldikleri, demokrasilere neler yaptıkları belli. Nasıl gittikleri konusunda demokratik bir örnek yok. Ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin de demokrasi dışında bir talebi, bir çağrısı, bir beklentisi yok. 15 Temmuz akşamı tanklar sokağa çıktığında, ‘Seçilmiş parlamentonun, hükümetin arkasında biz varız. Darbenin karşısındayız’ demiş partiyiz. Biz sandıktan başka bir şey bilmeyiz. Çünkü bu ülkeye sandığı getiren biziz. Bu ülkede yönetim babadan oğula geçiyordu, saltanat vardı. Mustafa Kemal Paşa seçildiğinde sordular: ‘Padişahlığa devam mı, İngiliz gibi krallık mı?’ dediler. O dedi ki ‘Parlamento kurduk, o yönetecek. Ne vazife verilirse onu yaparız.’ 1950’de bu sefer sandıkla yönetimin değişmesini getirdik. 1946’da sandığı getirdik, çok partili rejimi. 1950’de kaybettik, çekilmeyi bildik. İsmet Paşa görevi teslim etti. Sandıktan başka bir şey bilmeyiz. Ama hani mesela Arap Baharı filan. Ne oluyordu? 1 milyon kişi ki onu güzellediğimden değil. Arap Baharı dediğim. BOP Eş Başkanının da en iyi bildiği şekilde BOP projesidir. Bir otoriter rejim, Arap coğrafyasında milyonların sokağa çıkmasıyla değişiyordu. Biz sokağa çıkıp değil… Gerektiğinde de çıkıyoruz. Sokak da meşru bir yerdir. Kimseye zarar vermediğin sürece gidersin, protesto edersin, mitingini yaparsın, dönersin. Ama biz 23 Mart günü Türk baharında, sabah erkenden kalkacağız. Milyonlarca kişi sandığa gideceğiz. Bu kadar büyük bir demokrasi vurgusu yok adayımızı belirlemek için. Nasıl belirleniyor diğer partilerin adayı? Geçtiğimiz günlerde birkaç siyasi parti genel başkanı açıkladı. ‘Ben cumhurbaşkanı adayı olacağım’ dedi. Kimse sormuyor, ‘Yahu niye, kime sordun?’ Çünkü doğal aday o. ‘Ben adayım’ diyor, oluyor. Biri İbrahim Tatlıses ile düet yaparken çıktı. ‘Var mısın? Varsan ben de varım’ dedi ya. ‘Ölünceye kadar buradayım’ dedi neredeyse. Bizde öyle değil. Ben kendim aday değilim. En doğru adayı belirlemenin güvencesiyim. Ben şunu söylüyorum. Aday belirleme sürecinde bir partinin genel başkanı kendi adaylığını düşünüyorsa, zaten ilan ediyor, oluyor. Kimse ona ‘Niye oldun?’ demiyor. Ya en doğru aday o değilse? Ya en çok oy onunla alınacak oy değilse? Ya daha iyi bir aday varsa? O yüzden dedim ki, ‘Ben bu aşamada ilk kararı veriyorum. Kendim aday değilim. En doğru adayı belirlemenin güvencesiyim.’ Orada durmaya da devam edeceğim.”

“MİLLETVEKİLİ ADAYLARIMIZA ÖRGÜTÜMÜZ KARAR VERECEK”

“Kurultayımızda da il il gezdiğimde söyledim, ‘Bundan sonra ön seçim olacak’ dedim. Ön seçim isteyene; ön seçim. Tüzüğü değiştirdik, ön seçimi getirdik. ‘Cumhurbaşkanı adayımızı da ön seçimle belirleyeceğiz’ demiştim. Şimdi ben aday değilim. ‘Kararı verdim, şu aday’ demedik. Önce üyeliği açtık. 1 milyon 750 bin üyemizle gidip karar vereceğiz. Bu hem parti içi demokrasi açısından önemli. Bu bir demokrasi devrimi. Hem de Türkiye’ye örnek olacak bir iş. Yani artık gelecekte kimse Cumhurbaşkanı adayını belirlerken ‘Ben karar verdim, böyle olacak’ demeyecek. Göreceksiniz bundan birkaç seçim sonra bütün partiler bu yöntemi benimseyecek. 1970’lerde CHP ön seçim yapıyordu. Süleyman Demirel’in üyeleri de gidip ona diyordu ki ‘Karaoğlan üyelerine soruyor. Sen niye bize danışmıyorsun?’ O da koyuyordu sandığı. 1970’lerde CHP gibi Adalet Partisi de belirli yerlerde sandık koymak, ön seçim yapmak zorunda kalmıştı. Bu bütün Türkiye’deki siyasi partilere örnek olacak. Gelenek olacak. Belki de gelecekte bir resmiyet de kazanacak, kanuni düzenlemesi de olabilir. Çünkü en demokratik yol. Tüzüğümüze yazdık;kotalar var. Genel Başkan’a ayrılan hak var. O geçmişte olan hakkı ben bir de üçe bölüştürdüm. Yüzde 15 olan hakkı 5, 5, 5. Kadın kolları ve gençlik kollarının başarılı yöneticilerine kullanılacak bir kısmı. Bir kısmı Cumhuriyet Halk Partisi grubundaki başarılı milletvekillerinden ama teknik görev yapıyor… Arkadaşı diyelim ki Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görevlendirmişsin. Orada çok teknik bir görev yapıyor. Şehrine gidemiyor. Sen onu korumak istiyorsun. ‘Bu arkadaş bana iktidarda lazım’ diyorsun. Onların başvurusu oluyor. Onun dışında sandıkları koyacağız ve milletvekili adaylarımıza örgütümüz karar verecek. O zaman şunu da söyleyeyim. Bugün Cumhurbaşkanı adaylığı için oy kullanma için 28 Şubat’a kadar aday olanlar oldu, buradan sonra yok. Ama şunu düşünsünler: Mesela mart ayında yaşı dolacak olan genç için söylüyorum. Eğer partiye üye olursan, ben ne kadar etkiliysem partinin kararlarında o kadar etkili olacaksın. Gelecekte ilindeki milletvekili adayını belirlerken de oy kullanacaksın. O yüzden karar mekanizmalarına dahil olabilmek için Cumhuriyet Halk Partisi üyesi olmaya devam etsinler. Bütün gençleri ve herkesi baba ocağına davet ediyoruz.”

“MANSUR YAVAŞ, ‘ADNAN BEY GELEBİLİR’ DEMİŞTİ”

Özel, Adnan Beker’in CHP’ye katılımının ardından Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş tarafından yapılan değerlendirmeleri şöyle yorumladı:

“Ben onu okudum Brüksel’de de. Bir soracağım ‘Nedir?’ diye. Ben kefaletidir demedim, emanetidir dedim. Biz Adnan Bey’i Mansur Bey’e çok yakın biri olarak biliyoruz. Altı ay önce de Mansur Bey ‘Adnan Beker gelebilir’ demişti bana. Sonra da Adnan Bey’le birkaç kez görüşüldü falan. Biz Adnan Bey’in o geçmişteki bir takım söylemlerinden dolayı ‘Birazcık izleyelim’ dedik. Parlamento’ya, devamıyla, grubumuzla ilişkileri ile Mansur Bey’le de işte Adnan Bey de biraz böyle şaşırmış. ‘Öyle bir yapıyorlar ki’ diyor, ‘Sanki Mansur Bey ben ona kefil değilim demiş gibi.’ Biz Mansur Bey’le samimi ya, hani grup kaynaşacak, ben rozeti takarken dedim ki arkadaşlar ikinci bölgede bolca çalıştırın dedim il başkanına. Çünkü ikinci bölgede bizim biraz dinamizme ihtiyacımız var, CHP’nin zayıf olduğu bölge. Adnan Bey de orada çok iyi bir oy alma potansiyeline sahip. ‘Sana emanet ediyorum’ dedim il başkanına, ‘İkinci bölgede beraber çalışın, çalıştırın.’ Ayrıca da gruba da emanet ediyoruz işte Mansur Başkan’a da emanet ediyoruz. Yakın oldukları için. Yoksa elbette herkes kendisinden kefil de. Ben anlamadım hangi bağlamda, neden, nerede söylenmiş. Ama onların arasında bir sorun yok. Yani biz de Adnan Bey’i, Mansur Bey üzerinden tanıyoruz.”

“GELECEK OLANA ‘GİT’ DİYECEK BİR DURUMUMUZ YOK”

(Beker’in Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermedim sözleri hakkında) “Bir gün Adnan Bey’e birisi sorsun. Bana geçen gün anlattı. ‘Televizyon yayınında gazeteci çok sıkıştırınca kızdım söyledim’ diyor. Böyle yemin billah diyor, aslında vermiştim diye. Artık dedim yani ‘O kısım size kalmış bir şey.’ Diyor ki ‘Gazeteci kızdırdı beni, madem vermeseydin falan. Orada vermedim dedim’ diyor. Yemin billah ediyor aslında verdim diye. Şöyle bir şey anlatacağım. Kimsenin Cumhuriyet Halk Partisi’nin ‘Geleceğim’ diyene ‘Git’ diyecek bir durumumuz yok bu parlamento zeminde ve denkleminde. Çünkü ben isim vermeyeceğim de Adnan Beker’in gelmesine bozulan arkadaşlar, 14 Mayıs seçimlerinde CHP listelerinden kimler geldi, kimler girdi listeye, o zaman hiçbir şey demiyorlar. O kararı veren kişiler de… O gün listede 39 milletvekili verilirken kalemi elinde tutan arkadaş, dönmüş öbür taraftan Adnan Beker’in gelmesine laf ediyor. Ya Adnan Beker bağımsız kalmış altı aydır. Yedi kere AK Parti’den teklif gitmiş. ‘Ben arkadaş muhalefet oylarıyla seçildim, duruyorum’ demiş. Partisiz oldukça sürekli gidip teklifte bulunuluyor, davet oluyor. O süreci de bitirmek istemiş, baba ocağına geleyim demiş. Bizimle birlikte gelecek ve çalışacak, mücadele edecek. Ne yapalım? Bir de biz rozeti takmışız veya takacağız. Arkadaşlar ‘Yok şöyle doğru olmaz, böyle doğru olmaz.’ Hatasıyla, sevabıyla oluşmuş olan parlamento bu. Ve biz buradan bir denklem çıkarmaya, biz buradan bir iktidar yürüyüşü çıkarmaya uğraşıyoruz. Ve onun için de öyle her şey güllük gülistanlıkmış da konforlu şartlarda siyaset yapıyormuş gibi düşünmesin. Gün gelecek o bir milletvekili, hani o bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, o at vatanı kurtarıyor ya. Belki o bir çivi önümüzde bir anayasa değişikliği getirmeye kalktıklarında nalı, atı ve vatanı kurtaracak. Ne konuşuyorlar yani? Hiç.”

“BAHÇELİ VE ERDOĞAN’DAN ÖZELEŞTİRİ İSTERİM”

Kürt meselesinde gelinen nokta hakkındaki soruyu yanıtlayan Özel, şunları dile getirdi:

“Süreç süreci. İsmi yok ya, süreç süreci. Şimdi şöyle bir şey söyleyeyim. Mesela bu laflar iyi laflar, şu açıdan iyi laflar. Yani birbirini tehdit etmek yerine, ‘Seni gömeceğim’, ‘Senin üstüne balyozu indirecegim’, ‘Kafanı kıracağım’, ‘Boynunu kıracağım’ demek yerine, ‘Dur daha halay çekeceğiz’ demek. Bir de Sırrı Bey de bir tedavi görüyor biliyorsunuz, Allah şifa versin. Devlet Bey hasta yatağında. Birbirlerine ‘Halay çekeceğiz, barış halayı çekeceğiz’ demeleri kötü bir şey değil. Ben böyle bakarım. Yoksa burada söylenecek başka şeyler var. Ben Sayın Bahçeli’den, Erdoğan’dan bir gün şöyle bir samimi özeleştiri ve bir helallik isterim. Kendi adıma değil, bütün Cumhuriyet Halk Partililer adına. Çünkü DEM 6,5 milyon oy alan bir parti. Onlarla el sıkışıyorduk biz. Ben hiç de gizlemedim. Geçmişte ben dedim ki ‘Ben DEM’le görüşeceksem açık görüşeceğim. Partilerine gideceğim, partime gelsinler.’ Geçmişte bazen şu oluyordu. Grup ziyaretleri, hani Meclis’te olsun, partide olmasın. Veya hiç görünmeyen. Dedim ki ‘Açık olacak’. Çünkü kanunla kurulmuş her bir milletvekili temiz kağıda alarak vekil olmuş, devlet kefil olmuş. Belediye meclis üyesine de öyle milletvekiline de öyle. Devlet kefil oluyor, temiz kağıdı veriyor ki aday yapıyorsun. Ben nereden bileceğim bir suçu var mı, bilmem nesi var mı? Bu milletvekillerinin partisiyle konuşuruz diyorduk. Sayın Bahçeli, Sayın Erdoğan ‘DEM’lenme’ diyorlardı. Son ‘DEM’lenme’ lafını herhalde Ağustos, Eylül’de yine kullanmışlardı. En son Eylül’e kadar diyorlardı. ‘DEM’lenme’ diyorlar, ‘Terör İttifakı’ diyorlar, ‘Teröristlerle işbirliği yapıyorsunuz’ diyorlardı bize. Ne yapmışız? Cumhurbaşkanı adayı çıkarmışız, DEM Parti de cumhurbaşkanı adayı yokmuş, DEM partinin üyeleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayına oy vermiş diye Kandil’den montaj video yayınlattı mesela bunlar. Şimdi bu sözleri söyleyebiliyorsanız, bunu yapıyorsanız geçmişte CHP el sıkışınca ‘DEM’lenmek, terörle işbirliği yapmak’ oluyor da şimdi hep beraber birbirinize bu güzel sözü söylüyorsanız, CHP’den de bir helallik istenecek. Çünkü bize çok yanlış yapıldı, çok ayıp edildi geçmiş dönemde. Biz neyi savunduk? DEM Parti’nin demokratik siyaset yapmasını savunduk. ‘Terör olmasın, demokratik siyaset olsun’ dedik. ‘Sözü susturursan, silahlar konuşuyor’ dedik. ‘Silahları susturalım, ağızlar konuşsun’ dedik. Şimdi o noktaya geldi Türkiye. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi’nin dediği nokta çok önemli. Ama şimdi bu süreç süreci, böyle gözler kapalı yani körebe gibi gözünü bağladın milletin, eliyle ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Birileri bir şey biliyor, biri bilmiyor. Kimi her şeyi inkar ediyor. Bu doğru değil. Ben işin neresinde olduğumuzu söyleyeyim. Biz Meclis zemininde, parlamentoda bir tam yetkili komisyon eliyle hızlı şekilde Kürt sorununu çözecek ve daha da ötesinde Türkiye’nin demokrasi sorununu çözecek bir demokratikleşme paketinin, tıkır tıkır yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz.”

“KOMİSYONA ŞEHİT AİLELERİ VE GAZİLER DAHİL EDİLMELİ”

Özel, kurulacak komisyonda şehit aileleri ve gazilerin olup olmaması gerektiği hakkında, “Zaten ben onu ilk günden beri söylüyorum. Komisyona şehit aileleri, gaziler, mağdurlar dahil edilmeliler, dinlenmeliler ve onların rızası alınmalı.Ama şunu söyleyeyim. 140’a yakın şehit ve gazi derneğini ziyaret ettik, şehit ailesi ve gazi derneğini. Bunların en üstündeki üç büyük yapıyı bizzat ziyaret ettim. Dedikleri şu, ‘Biz yandık başka analar yanmasın. Biz bağrımıza taş da basarız. Ama samimiyet olsun, kandırmaca olmasın. Bu iş siyasete alet olmasın.’ Bana söyledikleri bu. Bu çok büyük bir yüce gönüllülük. Bu gerçekten hiçbirimizin, benim kendi adıma bakıyorum. Bir evladını kaybetmiş annenin, babanın bunu söylemesi kendinden çok ülkeyi sevmesinden kaynaklanıyor. Bu çok önemli bir şey. Bunu çok kıymetlendiriyorum. Ve mutlaka bu ailelerin rızasının alınmasını, bu ailelerin atılacak adımları bilmesini, bu sürecin içinde olması gerektiğini söylüyorum. Şeffaflık ve samimiyet diyorum. Yoksa hatta geçen hafta bir şey oldu gibi sonradan yalanlandı, sonra yalanlanan herkes tarafından yalanlandı. Yalanlamanın yalanlandığı ilk kez oldu. Hepimiz biliyoruz ki Abdullah Öcalan‘la devlet sürekli temas halinde. Ve devlet bu. Kurar bu teması ayrıca yani. Bunlardan da Erdoğan’ın her şeyi bilen ve MİT müsteşarını atayan, MİT’in kendisine bağlı olduğu Erdoğan’ın, her şeyden baştan beri haberi var ve 1-1,5 yıldır, çünkü 1 Ekim’de bir yıldı. Neredeyse 1,5 yıldır Abdullah Öcalan‘la devlet görüşüyor, Erdoğan adım adım bu işleri biliyor ve takip ediyor. Bir yerden sonra bu görüşmeleri yapan heyetin sunumuyla Sayın Bahçeli’ye ve Sayın Erdoğan’a, Sayın Bahçeli harekete geçerek, elini uzatarak, bir süreç başlattı. Erdoğan da ‘Uzatılan eli havada bırakmayın’ diyerek o sürecin aslında gerçek sahibi olduğunu belli etti. Amma velakin, bu sürecin kendilerince risklerinden dolayı ‘Efendim Devlet Bey zaten partisi anketlerde yüzde 4, yüzde 5. Kaybedecek çok bir şey yok. Ondan kaçan bize gelir. Sürecin siyasi riskini Devlet Bey’e verelim, Tayyip Bey’i kenarda hasarsız tutalım.’ Böyle düşünür, böyle bakarsa herkes bu sorunları kimse çözmez. CHP ne gidecek inisiyatif alacak? Veya bir başka partisi. Kimse ellemez, bu sorun da çözülmez. 2015’te Tayyip Bey şu hatayı yapmıştı; ‘Bu iş iyiye gidecek, başkasıyla paylaşmayayım, kimseyi ortak etmeyeyim’ demişti. Ardından büyük bir felakete dönüştü. Ve hendek olaylarında neler kaybettik, siz biliyorsunuz. Şimdi bu geldiğimiz süreçte de Erdoğan işin hem sahibi, esas sahibi, ama siyaseten kenarda durarak çaktırmadan izliyor. Eğer kötülük olursa Devlet Bey’in sırtına, iyi giderse gidecek sahiplenecek. Böyle ciddi meseleler, böyle çözülmez. Burada işe sahip çıkacaksan, çıkacaksın. Bütün sorumluluğunu da alacaksın. Biz de ana muhalefet olarak, gelecekte Türkiye’yi yönetecek parti olarak sorumluluğumuzu alacağız. Bugün denetim sorumluluğum var benim. Ve bu sürece katkı sorumluluğum var. Ama nasıl? Meclis zemininde ve her bir adımın demokratikleşmeye katkı sağlamasıyla” dedi.

“SİHİRLİ DEĞNEKLE DEĞİL YASAYLA ÇÖZÜLÜR İŞLER”

Özel, süreç içerisinde bir pazarlık olup olmadığı sorusuna, “Şimdi çocuk mu kandırıyoruz? Bir sihirli değnek var, Devlet Bey’e değdi. O sihirli değnek Devlet Bey’i gitti ‘terörist’ dediği, selam vermediği, ‘kapatılmalı’ dediği, hatta şöyle diyordu ‘HDP kapatılmalıdır, yetinilmeyip DEM de kapatılmalıdır’ daha kurulurken DEM. O DEM Partisi ile el sıkıştı, şimdi halaya duyuruyor. Sihirli değnek. Aynı sihirli değnek Abdullah Öcalan’a değmiş. O da yaptığı açıklamayla 1970‘lerin sonunda kurduğu, 80’lerin başında ilk eylemlerini yapan, bugüne kadar çözülmemiş bu soruna hiçbir şey olmaksızın sihirli değnek vasıtasıyla, o da diyor ki PKK’ya ‘Teslim olun.’ O kadar silahlı unsur falan hepsi teslim olacak. Sonra? Bugün böyle kalacak öyle mi? Ya buna çocuklar inanırsa bizim de inanmamızı beklesinler. Ki zaten gelen, giden, bilgiler, sözler. Şimdi bu işler olacak, sonra ne olacak? Sihirli değnek dokunacak, Kürt siyasetçiler serbest kalacak. Sonra sihirli değnek dokunacak şunlar düzelecek. Sihirli değnek dokunacak bunlar böyle olacak falan. Anayasa değişikliğinde biz yokuz. Öyle sihirli değnek değil, o Erdoğan’ın hepimize vuracağı en son değnek olur o anayasada değişikliği. Öyle bir şey yok da. Onun için de mücadele ediyoruz, o zemin olmasın diye mücadele ediyoruz. Demokrasilerde sihirli değnek olmaz. Demokrasilerde oturursunuz sorun nereden kaynaklanıyor, ne çözülecek? Demirtaş’ın sorunu çözülecek. Elbette çok kıymetli. Ben de aradım Sayın Demirtaş‘ın eşini, Devlet Bey o sırada Selahattin Bey’le telefonda görüşmüş. Düne kadar Selahattin Bey’i ziyarete gidenleri vatan haini ilan ediyordu. Ama kıymetlidir telefonda görüşmüş. Ben de Başak Hanım’la konuştum. Dedim ki ‘Çok iyi bir gelişme bu.’ Yarın Selahattin Demirtaş bir sihirli değnek değdi diye kendine özel değil. Türkiye’de kendisine atfedilen iş, ki ben Selahattin Demirtaş’ın demokratik siyasette ve o sınırlar içinde kalmış, yani terörle mesafesi olan, demokratik siyaset savunan bir siyasetçi olarak kendisini biliyorum ve siyasete devam edeceği günleri diliyorum. Yasal düzenlemelerle çözülür bu işler. Öyle sihirli değnekle çözülmez. Ama bu sihirli değneğe sadece çocuklar inanır. Onun için ‘Çocuk mu kandırıyorsunuz?’ diyorum. Bu bile bir kötü bir söz. Hani çocuklar da kandırılmamalı. Çocuklarla da anlayacakları şekilde doğru, açık ve şeffaf bir iletişim sürdürmek lazım” yanıtını verdi.

“İŞİ BALTALAMAK KOLAY AMA GÖRMEK LAZIM”

Özel, AK Parti içindeki itirazların ve ‘Öcalan’ın çağrısının YPG’yi kapsamıyorsa ne sonuç vereceğinin’ sorulması üzerine, “Buralarda çok erken ve farklı şeyler söylemek doğru olmaz. Gerçekten çözüm odaklı olduğum için bunu söylüyorum. Bu işi baltalamak istesek, bu işi siyasete alet ederek oradan rant çıkarmak istesek çok verimli bir alan var orada. Şeffaf olmadıkları için soracağın sorulara verilecek cevaplar, bilmem neler filan. Benim Suriye hayalim şu: Suriye’de Kürtleri de Türkleri de Arapları da Dürzileri de Sünnileri de Alevileri de… Ki son günlerde Alevilere yönelik saldırıları endişe ve dikkatle takip ediyoruz. Tüm yapıları kapsayan önce bir geçiş hükümeti kurulmalı. Hızla bir anayasa yapılmalı. O anayasa altında Kürt’ün de Türk’ün de Arap’ın da Türkmenlerin de Dürzilerin de güvence altına alınması, demokratik seçimlerle Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunduğu bir demokratik Suriye inşa edilmesi lazım. Suriye sorunu böyle çözülmeli. Ama görünüşte, yapılan çağrılardan sonra DEM’den ve Suriye’den yapılan açıklamalar, ‘Kapsamaz…’ Ama Erdoğan ve AK Parti kaynakları veya Bahçeli mutlak kapsadığını söylüyor. Demek ki yapılan görüşmelerde çağrının dört yere; Türkiye’ye, Avrupa’ya, Suriye’ye ve Irak’a yapılması konuşulmuş. Bu süreçte başka şeyler de konuşulmuş. Sonra bu çağrı yapılana kadar, bir sıkışma olmuştu biliyorsunuz. Bu çağrı bu şekilde yapılmış. Üzerinde mutabakata varılmış bir metin okunacağına göre. Bu metnin hepsini kapsadığını söylüyorlar, Türkiye’yi kapsadığını söylüyorlar. Demek ki daha yapılan müzakereler var, konuşmalar var. Bunu görmek lazım. Oradan tutup da ‘Terör belasını bitiriyoruz. Onun dışında bir şey yapmıyoruz.’ Bir taviz veriyorsunuz, bilmem ne. Ben zaten bir al-ver pazarlığının Türkiye’ye ihanet olacağını söyledim. O yanlış bir şey. Ama bunun Suriye’deki yapıyı da kapsayacak, Türkiye’yi de kapsayacak, Avrupa’ya da seslenecek bir çağrı Türkiye’nin çok büyük bir demokratikleşme adımıyla bütün sorunları ortadan kaldıracaksa buna da olanak tanımak lazım. Ama bunların şeffaf bir şekilde, öyle ‘İnanın sihirli değnek var. Siz görmezsiniz. Her şey sonra düzelecek’ diyerek, bu işin olmayacağını da bilmek lazım” dedi.

“EMEKLİN KARNINI DOYURAMAYACAK SONRA ‘KENT LOKANTASI ÖVÜLDÜ’ DİYE SORUŞTURMA AÇACAKSIN”

Genel Başkan Özgür Özel, İstanbul’da kent lokantasına giden Vedat Milor’a açılan ‘örtülü reklam’ soruşturması için de “Allah ıslah etsin, ne diyeyim? Kent lokantasında reklama ihtiyaç yok. Kuyruk var, kuyruk. Kent lokantalarının önünde kuyruk var. Yetişemiyoruz. Şunu söylüyoruz arkadaşlarımıza: ‘Bakın lütfen şöyle bir şey yapın. Ya bu sosyal yardım kartlarıyla, ya sosyal durumlarını belli edecek T.C.’ler üzerinden kent lokantasından gerçekten yararlanması gerekenler yararlansın.’ Mesela bir ara ‘Esnafa zararı olur mu?’ diyorlardı. İlk açarken biraz esnaflar tedirgin oluyor. Sonra diyorlar ki, ‘Aksine hareket geldi, şu oldu, bu oldu.’ Ama esas şu: Esnaf da ‘Bir lokantada bir çorba içiyorsunuz, onun yarı fiyatına dört kap yemek var burada’… O para ile zaten bu insanların gidip yarım çorba içmesi mümkün değil. Kent lokantasının reklama ihtiyacı yok. İşte bakın, üstüne denk geldi ekranda; kuyruk var önünde. Bütün Türkiye’de açılıyor. Açılmaya da devam edecek. Ekrem Başkan bunu markalaştırdı. Aynı isimle bütün Türkiye’de açıyoruz. Var gücüyle de arkadaşlarımız yenilerini açmaya çalışıyor. Çünkü çok başka şeyler. Ben mesela kent lokantasına gittiğimde yanılmıyorsam Ereğli’deydi. Dedi ki, ‘Bir şey rica edeceğim. Niye öğlen? Öğlen ile akşam arası olsun. İki öğünü bir çıkaralım’ dedi. Düşün bak. Bir seferlik yemek parası var. 16.00’da olsun diyor. Kahvaltı edecek sabah. Akşamüstü orada yemek yiyecek 50 liraya. İki öğünü birden geçirecek. Bir emeklinin talebi bu. Karı – koca gelmiş yemek yiyorlardı orada. Sen emekline evde ya da dışarıda ihtiyaç duyduğu zaman karnını doyuracak imkanı yaratmayacaksın. Sonra kent lokantaları övüldü diye soruşturma açacaksın. Allah akıl, fikir versin” ifadesini kullandı

“VADELİ EFELİK TASLAMASINLAR”

Özel, Mustafa Elitaş’ın Kasım 2027’ye işaret ettiği erken seçim açıklamasını şu sözlerle değerlendirdi:

“Ben Meclis’teyken de Elitaş gerçekten çok rahat ettiriyordu beni. Diyor ki, ‘Cesaretiniz varsa, gelin 2027’de.’ Yahu 2,5 yıl vadeli cesaret mi olur? Cesaret bugüne dair bir şey. Diyor ki, ‘Ben 2027’ye cesaretlenebiliyorum.’  ‘Bugün karşınıza çıkamıyorum’ demiyor da, ‘Bugün milletin karşısına çıkacak yüzüm yok’ demiyor da ‘Biz 2,5 yıl daha bu milletin canını okuyacağız. 2,5 yıl sonra Allah kerim bakalım. Belki bir çare buluruz.’ Ne buluyor, mesela ne yaptılar geçen sefer? Putin’e ricacı oldular. Doğalgaz faturalarını bir yıl ertelediler filan. Bu bedava doğalgaz. Bu millet garibandı. Geçen sana lazımdı da şimdi mi lazım değil? Niye vermiyorsun? Seçim rüşveti gibi dağıtıyor. Onunla kazanıyor. Ama o devirler geride kaldı. Cumhuriyet Halk Partisi milletin sıkıntısını, tasasını, nasıl darda olduğunu biliyor. Hem dile getiriyor hem muhteşem bir program hazırlıyoruz. Göreceksiniz hangi sorun nasıl çözülür, milletin önüne hem adayımız, hem partimiz bunu koyacak. İki büyük kampanya yapacağız. Hem Cumhurbaşkanı adaylığı kampanyası hem milletvekilliği seçimi için güçlü Meclis’te, güçlü bir Cumhuriyet Halk Partisi grubunun kampanyası. Neler vaat edeceğiz, neler önerilecek göreceğiz. Biz vatandaşın gerçek sorunlarına akılcı ve kalıcı çözümler önererek bu iktidarı alacağız. Türkiye bir anda gerçekten yaygın halk kesimlerinin nefes aldığı, rahatladığı… Öyle zengini kayıran, yandaşı kollayan değil; vatandaşı kayıran, vatandaşı kollayan bir iktidarı kuracağız. O güne kalmayacak bu iş. Bugün de olsa cesaretimiz var, ama o gün de olsa cesaretimiz var. Ama bugün karşımıza çıkamayanlar 2,5 yıl vadeli efelik taslamasınlar. Efe dediğin her zaman efedir. Ben söyledim. ‘Gelirler, şimdi seçim yaparlar’ olur. Yapma, yapma, yapma. ‘Erdoğan aday olsun diye o zaman 5 ay öne alalım, 7 ay öne alalım, 9 ay öne alalım.’ Ne alacağız öne? O günü bekleyen adayını da belirlesin kardeşim. Elitaş adaysa şimdiden açıklasın. Hakan Fidan adaysa şimdiden açıklasın. Öyle Erdoğan’ın arkasına sığınıp oradan bize ateş etmesinler. Ya adaylık hesapları var böyle işler konuşuyorlar, yani 2027’yi bekleyelim dediğinde şunu biliyor. Özgür Özel ne dedi? ‘Şimdi yapmazsanız o gün de gelip destek vermem’ dedi. Vermez. Erdoğan otomatikman aday olmaz, Elitaş oradan talep mi açıyor? Varsa buna cesareti, bugünden söylesin.”

“ÜÇÜMÜZÜN DE BİR TANE ORTAK HEDEFİ VAR”

Genel Başkan Özgür Özel, kendisi, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş arasındaki iletişim hakkındaki soruyu şu sözlerle yanıtladı:

“Şimdi samimi bir birlikteliğin içindeyiz. Üçümüzün de bir tane ortak hedefi var: Türkiye’yi selamete kavuşturmak. Bunun için de sağ – salim sandığı getirmek. Ne kadar erken, o kadar iyi. Aday kim? Ben aday değilim, iki arkadaşımızın ismi ön plana çıkıyordu. Ben aday olmadığımda Değişim Kurultayı’nda, Sayın Ekrem İmamoğlu ile aynı ekibin içinde olduğumuz kurultayda ‘Ben bugün aday değilim, yol arkadaşım Ekrem İmamoğlu aday’ desem siyasette bu da meşru. Genel Başkan aday olmaz, birini aday gösterir. Ama ben böyle yapmadım. Dedim ki, ‘Gel sandığa koyalım.’ Bu meseleyi birlikte konuştuk. Bunun yaratacağı dinamizmi biz öngörmüştük, CHP örgütünü tanıyarak. Şu anda dinamizmi görüyorsunuz, heyecanı görüyorsunuz. 104 yıllık partiyiz. 1 Şubat‘a kadar 1,5 milyon üye, şu anda 1 milyon 750 bin üye. İnşallah 2 milyona doğru hızla gideceğiz. Sahadaki, sokaktaki heyecanı görüyorsunuz, ilgiyi görüyorsunuz. O süreçle ilgili Ekrem Bey, belediye başkan adayı olduğunda da ‘İlk belediye başkanlığımda, 2014’te ön seçim istemiştim. Bu güçlendiren bir şey. Ben ön seçimi isterim ve girerim’ dedi. Mansur Bey de ‘Ön seçimde birbirimizle yarışmamız, birimizi galip yaparken öbürümüzü mağlup yapabilir. Birbirimize hasar verebiliriz. Biz değil ama sevenler sosyal medyada bir – iki atışsalar ‘Bu CHP birbirine düştü’ görüntüsü olur. Ben bu seçime girmeyeyim. Ama ön seçimi kötülemeyeyim, ön seçimin sonuçlarına itiraz etmeyeyim, sürecin içinde ve destekçisi olayım. Ve yarın – öbür gün bana bir ihtiyaç doğarsa da hasar almamış bir şekilde ben buradayım” diye bir yaklaşımı oldu. Biz de bu yaklaşımı son derece sağlıklı bulduk. Çünkü adaylık, Ekrem Bey’in deyimiyle ‘Adaylık kimsenin babasının mülkü değil’ diyor. İnsanın başına insani bir şey gelir, siyasi bir şey gelir, hukuki bir şey gelir. O zaman partinin seçeneklerinin var oluyor olması son derece kıymetlidir. Ama bu süreçte biz kendi yapacağımız ön seçimle, 23 Mart günü, bir bahar günü, Türkiye baharında adayımızın arkasına en az 1 milyon kişi geçeceğiz. Bir adayın arkasında 1 milyon kişi duruyorsa öyle hafife alınacak bir şey değil. Bir belediye başkanı adayı çıkarıyor birisi. O adaylaşınca adaydan çok o koşturuyor. Neden? Artık onun mesuliyeti onda. Biz 1 milyon 700 bin kişi bir mesuliyet alıp adayın arkasına geçip sonra adaydan çok koşacağız. 1 milyon 700 bin kişi adaydan daha çok koşacak. Böyle bir sorumluluğumuz var. Biz bu sürecin başarılı olacağına inanıyoruz. Dünyada hep şu var: Otoriter, popülist liderler neden kazanıyor? Örneğin Macaristan seçimi nasıl kaybedildi? Türkiye seçimi neden kaybedildi? Tartışılıyor; o, bu… Bir otoriter popülist lider nasıl yenildi ve iktidar gönderilip yerine demokrasi yeniden nasıl kuruldu? Onun kitabı yoktu. İnşallah hep birlikte biz yazıyor olacağız.”

“BÖYLE ADAYLARIN VARLIĞI HER ZAMAN GÜÇLÜ HİSSETTİRİR”

Özel, “Mansur Yavaş’ın kırgın olmadığını, süreci aslında kendisinin takip ettiğini söylüyorsunuz” sözleri üzerine de “Yok, zaten bir kırgınlık yok. Ben Mansur Bey’le kişisel olarak da çok iyi ilişkiler içindeyim. Ekrem başkan, Mansur başkan, ben üçlü de gayet böyle olumlu, ılımlı, geleceğe yönelik olarak umutlu bir sürece hep birlikte yürütüyoruz. Ayrıca her ikisinin diyalogları da benim varlığıma da muhtaç değil” dedi.

Genel Başkan Özel, son olarak “Hem Ekrem İmamoğlu, hem Mansur Yavaş, iki güçlü aday. Bir Genel Başkan olarak siz nasıl hissediyorsunuz?” sorusuna “Güçlü hissediyorum. Yani böyle adayların varlığı her zaman güçlü hissettirir” şeklinde yanıt verdi.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.