2025 yılının takvim yaprakları, her ay kanayan yeni bir yara ile açılıyor. Manşetler, rutin bir felaket haberi gibi sunuyor: “Ölü bulundu”, “Cinayet”, “Şüpheli Ölüm”. Bu soğuk kelimeler, aslında bir toplumun en mahrem ve en temel bağlarının nasıl çözüldüğünü gösteren bir çığlığın yankısı. Türkiye’de kadın ve çocuk cinayetleri, sadece hukuki bir sorun değil, topyekün bir vicdan krizi!
Özellikle kadınların ve çocukların büyük çoğunluğunun kendi evlerinde, yani en güvenli olması gereken alanda hayatlarını kaybetmeleri, sarsıcı bir gerçek. Ev, bir anda sevginin ve yuvanın simgesi olmaktan çıkıp, şiddetin, dehşetin ve sonun mekanı haline gelmiş.
Verilere baktığımızda tablo daha da acılaşıyor. Cinayetlerin çoğu, kadının en yakınındaki erkek tarafından işleniyor. Eş, eski eş, sevgili, akraba… Bu, ailenin, sevgiyi değil, şiddeti ve tahakkümü üreten bir fabrika haline geldiğini gösteriyor.
Sadece kadınlar değil, bu cinayetlerin yan hikayesi olarak çocuklar da hedef oluyor, yaralanıyor ya da katlediliyor. Veya daha da kötüsü. Annelerinin son nefesine tanıklık ederek ömür boyu sürecek bir travmaya mahkum ediliyorlar. Bu çocuklar, şiddetin bir sonraki nesle miras bırakılan en ağır borcudur. Reddi miras davalarıyla ebeveynlerinin borcunu reddeden bir toplumda, bu çocuklar kendilerine bırakılan bu kanlı mirası nasıl reddedecek?
Daha da vahimi, öldürülen kadınların bazılarının elinde, devletin verdiği koruma kararlarının olmasıdır. Kağıt üzerindeki bu kararların uygulanmaması, aslında toplumu da bu cinayetlerin pasif suç ortağı yapıyor. Hukuk, can simidi olmak zorundayken, ihmal bu simidi delip geçiyor.
Bir de sürekli artan “şüpheli kadın ölümleri” gerçeği var. Faili meçhul kalan, üzeri kapatılan, intihar yaftası yapıştırılan bu vakalar, sadece istatistik değil, adaletin yitirildiği karanlık dehlizler. Gerçekler açığa çıkmadıkça, her şüpheli ölüm, bir sonraki cinayetin zeminini hazırlıyor.
“Kendini görmek istersen kadına bak, o senin aynan.” Bu cinayetler, bizim aynamıza yansıyan en çirkin, en iğrenç suretimizdir. Kadını yaşatma iradesini kaybetmiş bir toplum, kendi varoluş amacını da kaybetmiş demektir.
Bu cinayetler, birer istatistik değil, her biri bizim çocuklarımız, kardeşlerimiz, annelerimizdir.
Hayat; babanın omuzlarında başlayan, annenin şefkatinde büyüyen ve evladın umudunda yeşeren sonsuz bir döngüyken!
Babalar borç, anneler yas, evlatlar ise reddi miras davalarında! Bu durum, bir toplumun VİCDAN KRİZİNİN en çıplak, en acı ve en kayıp geleceği!
O sessiz mahkeme, vicdan!
GÜNCEL
17 Ekim 2025GÜNCEL
17 Ekim 2025SİYASET
17 Ekim 2025MEDYA
17 Ekim 2025SİYASET
17 Ekim 2025GÜNDEM
17 Ekim 2025GÜNDEM
17 Ekim 2025Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.