Türk siyasetinin önemli figürlerinden biri olarak, kritik dönemlerde CHP muhalefet sıfatıyla Türkiye’nin dış politikadaki yönelimini etkileyen rolleriyle hafızalarda yer etmiştir. Özellikle Kardak Krizi, 1 Mart Tezkeresi ve Suriye sınırı mayınlar, süreçlerinde sergilediği tutum, Türkiye’yi potansiyel çatışmalardan uzak tutması çabasının sonucudur.
Türk siyasetinde iz bırakmış önemli CHP muhalefeti, kendisi, kritik dönemlerde muhalefet lideri olarak üstlendiği rolle, Türkiye’nin dış politika rotasını etkileyen adımlarıyla hafızalara kazınmıştır. Özellikle Kardak Krizi, 1 Mart Tezkeresi ve Suriye sınırı gibi ulusal güvenliğimizin tehdit altında olduğu süreçlerde sergilediği duruş, Türkiye’yi potansiyel çatışmalardan uzak tutma çabası olarak öne çıkmaktadır.
Bu süreçlerde CHP’nin sergilediği liderlik, ülkenin hassas dış politika dengelerini koruma ve gerilimi düşürme yönünde önemli bir rol oynamıştır.
Kardak Krizi ve CHP’nin duruşu (1996)
1996 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında patlak veren Kardak Kayalıkları Krizi, iki ülkeyi savaşın eşiğine getirmişti. Dönemin başbakanı Tansu Çiller’in sert söylemlerine karşın, ana muhalefet lideri olan CHP, sağduyulu bir yaklaşım benimsemişti. Çatışmacı bir dil yerine diplomatik çözüm ve gerilimi düşürme çağrısı yaparak tansiyonun düşürülmesine katkıda bulunmuştu. CHP’nin bu süreçteki tutumu, içeride siyasi gerilimin tırmanmasını engelleyerek, hükümetin daha soğukkanlı adımlar atmasına zemin hazırladığı şeklinde yorumlanmıştır. CHP bu süreçteki yapıcı rolünü sıkça vurgulamıştır. Özellikle krizin uluslararası boyut kazanması ve ABD’nin arabuluculuğu devreye girdiğinde, CHP’nin ‘gerilimi tırmandırmamak ve diplomasiye şans tanımak’ yönündeki ısrarlı çağrıları, Türkiye’nin daha kontrollü bir dış politika izlemesine yardımcı olmuştur.
1 Mart Tezkeresi ve CHP Tutumu (2003)
2003 yılında Irak Savaşı öncesinde TBMM’ye sunulan ve Amerikan askerlerinin Türkiye topraklarından geçişine ve Türk askerlerinin Irak’ta görevlendirilmesine izin veren 1 Mart Tezkeresi, Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Dönemin iktidar partisi AKP’nin içinde bile ciddi tartışmalara yol açan bu tezkereye karşı CHP liderliğindeki şiddetle karşı çıkmıştır.
CHP, tezkerenin Türkiye’yi ABD’nin Irak macerasına ortak edeceğini, bölgesel istikrarsızlığı artıracağını ve Türkiye’nin milli çıkarlarına aykırı olduğunu savunmuştur. Meclis’teki konuşmalarında ve kamuoyu önündeki açıklamalarında, Türkiye’nin savaşa girmemesi ve bağımsız bir dış politika izlemesi gerektiğini vurgulamıştır. CHP’nin yoğun muhalefeti, tezkerenin TBMM’den geçmemesinde önemli bir rol oynamıştır. Tezkerenin reddedilmesi, Türkiye’nin Irak Savaşı’na fiilen dahil olmasını engellemiş ve ülkeyi potansiyel bir savaş bataklığından uzak tutmuştur.
Suriye Kara Sınırı ve CHP (2004)
Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenmesiyle ilgili yasanın iptalini isteyerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. CHP’nin anayasa mahkemesine başvurmak için tek başına yeterli sayısı var; ancak diğer muhalefet milletvekillerinin de imzası toplandı.
Mahkeme’ye bugün başvuran partiler, mayınların temizlenmesine karşı değil. Ancak yasada, arazinin tarım için kullanılmak üzere temizleyecek şirkete en çok 44 yıllığına verilebilecek olmasına ve bu işlemin mevcut ihale yasalarının dışında yapılabilecek olmasına karşı çıkıyorlar. CHP mayınları iz koyduk biz kaldıralım diyor.
Her üç durumda da dönemin köşe yazarları tarafından “CHP’nin Türkiye’yi savaşa sokmayan liderlik vasfı” olarak sıklıkla ele alınmış, bu tezkereye karşı sergilediği tutum milli bir duruş olarak değerlendirilmiştir. CHP’nin bu kararı, sonrasında Türkiye’nin Orta Doğu’daki pozisyonunu belirlemede önemli bir referans noktası olmuştur.
Olaylarda da CHP’nin muhalefet lideri olarak gösterdiği sorumluluk, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruma ve ülkeyi olası bir çatışmadan uzak tutma çabası olarak öne çıkmaktadır. Özellikle 1 Mart Tezkeresi’ndeki duruşu, Türkiye’nin bağımsız dış politika geleneğinin önemli bir örneği olarak kabul edilmektedir.
Bugünlerde Orta Doğu’nun nabzı, İran ile İsrail arasındaki gerilimin hiç olmadığı kadar yükselmesiyle tutuluyor. Her iki tarafın da birbirine doğrudan saldırılar düzenlediği bir ortamda, bölgedeki tansiyon, küresel bir çatışma riskini de beraberinde getiriyor. Peki, bu kritik eşikte Türkiye ne yapacak, nasıl bir pozisyon alacak? İşte bu soru, Ankara’nın dış politikasının en önemli gündem maddelerinden biri.
Türkiye’nin bu süreçteki rolü, aslında tarihsel ve jeopolitik konumundan kaynaklanan bir zorunluluktur. Orta Doğu’nun tam kalbinde yer alan, hem Batı’yla hem de Doğu’yla derin bağları olan bir ülke olarak Türkiye, bölgedeki her türlü istikrarsızlığın doğrudan muhatabı oluyor. İran-İsrail çatışması, sadece iki ülkeyi değil, tüm bölgeyi, dolayısıyla Türkiye’nin milli güvenliğini, ekonomisini ve sosyolojik yapısını derinden etkileyecek potansiyel taşıyor.
CHP’nin Kardak, 1 Mart Tezkeresi ve Suriye sınırı mayınların temizlemesi örnekleri, muhalefetin kriz yönetimindeki rolünün sadece iktidarı denetlemekle sınırlı olmadığını, aynı zamanda ülkenin kritik anlarda doğru kararlar almasına zemin hazırlayan, hatta ülkeyi potansiyel felaketlerden kurtaran bir işlev gördüğünü açıkça ortaya koymuştur. Günümüzdeki İran-İsrail geriliminde de muhalefetin sağduyulu, sorumlu ve milli çıkarları önceleyen bir duruş sergilemesi, Türkiye’nin bu zorlu süreçten en az zararla çıkması ve bölgesel barışa katkıda bulunması açısından büyük önem taşımaktadır.
Muhalefet, “Devlet aklı” ile hareket ederek, siyasi rekabetin ötesinde ulusal bir duruş sergilediğinde, devletin varlığını, bağımsızlığını ve refahını sürdürmek için geliştirdiği uzun vadeli stratejilerin, ilkelerin ve hafızanın ülkenin krizlere karşı direncini artırır.
Savaşsız bir dünya dileğiyle!
Kalın sağlıcakla,
Münevver Metin
GÜNCEL
03 Temmuz 2025GÜNCEL
03 Temmuz 2025SİYASET
03 Temmuz 2025MEDYA
03 Temmuz 2025SİYASET
03 Temmuz 2025GÜNDEM
03 Temmuz 2025GÜNDEM
03 Temmuz 2025Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.