Tekirdağ’da bir aile… Elinde mikrofon… Söyledikleri, hepimizin yüreğini burkan, boğazımıza düğümlenen o tanıdık acıyı bir kez daha hatırlattı. O an, milyonlarca ailenin, binlerce gencin sessiz çığlığı, bir babanın titrek sesiyle tüm ülkeye yayıldı. Çocuğu üniversite sınavına girmiş, o kapıda umutla ama daha çok kaygıyla bekleyen, ne yazık ki “Kazansa da okutamam” diyen o babanın sözleri, sadece bireysel bir dram değil, toplumsal bir yaranın kanayan yüzüydü.
Bu öyle basit bir cümle değil. Bu, bir babanın evladına olan sevgisinin, onun geleceği için beslediği umutların, ama aynı zamanda içinde bulunduğu çaresizliğin, sisteme ve koşullara isyanının fısıltısıydı. O cümlenin her harfinde, bin bir türlü zorluk, uykusuz geceler, sıkılan dişler ve belki de dökülen gizli gözyaşları vardı.
Hayaller ve gerçekler arasındaki uçurum!
Bir çocuk üniversite sınavına girerken, zihninde pırıl pırıl hayaller kurar. Doktor olmak, öğretmen olmak, mühendis olmak… Parlak bir geleceğe dair umutlar besler. Ailesi de onunla birlikte bu hayalleri taşır. Belki de kendileri okuyamamıştır, şimdi tüm umutlarını evlatlarına bağlamışlardır. Çocuklarının iyi bir eğitim alması, onlardan daha iyi bir hayat sürmesi, tüm ebeveynlerin en büyük arzusudur.
Fakat ne yazık ki, bu hayaller, ülkemizin ekonomik gerçekleriyle karşılaştığında çoğu zaman bir duvara çarpar. Tekirdağ’lı babanın o mikrofon başında dile getirdiği, “Kazansa da okutamam” çığlığı, bu acı gerçeğin en çıplak halidir. Üniversite eğitimi, artık birçok aile için bir lüks haline gelmiş durumda. Harç paraları bir yana, barınma, beslenme, ulaşım, kitap masrafları… Bunlar, asgari ücretle geçinmeye çalışan, ay sonunu zor getiren, çoğu zaman borç içinde yüzen aileler için altından kalkılmaz yüklerdir.
Bu durumda, bir anne baba için en büyük sınav, evladının hak ettiği eğitimi almasını sağlayamamanın vicdan azabıdır. Bu, bir sevgisizlikten değil, tam aksine çaresizlikten doğan derin bir acıdır. Kimi zaman çocuğun okulu bırakıp çalışmaya başlaması, aile bütçesine katkı sağlaması istenir. Bu, bir babanın ya da annenin evladının geleceğinden feragat etmesi, kendi iç dünyasında verdiği en zorlu mücadeledir.
Tekirdağ’dan yükselen bu ses, aslında tekil bir örnek değil. Türkiye’nin dört bir yanında, üniversite kapılarında, fabrikalarda, tarlalarda, bu sesi yansıtan binlerce, on binlerce insan var. Bu durum, sadece ekonomik bir sorun olmaktan çıkıp, toplumsal bir yaraya dönüşüyor. Çünkü yetenekli, zeki, pırıl pırıl gençler, sırf maddi imkansızlıklar yüzünden potansiyellerini gerçekleştiremiyorlar. Bu, hem bireylerin hem de ülkenin geleceği için büyük bir kayıptır.
Eğitim, her bireyin eşit hakkıdır ve erişilebilir olmalıdır. Tekirdağlı babanın sesi, bir ağıttı aslında. Bu ağıtı duymalı, hissetmeli ve bu acının son bulması için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü o babanın gözlerindeki çaresizlik, aslında hepimizin ortak sorumluluğudur.
Unutmayalım ki, bu ülkenin geleceği, o babanın evladının gözlerindeki ışıltıda ve eğitimle yeşerecek her bir fidanın umudunda saklıdır.
Evlat okutamıyoruz!
Münevver Metin
GÜNCEL
25 Haziran 2025GÜNCEL
25 Haziran 2025SİYASET
25 Haziran 2025MEDYA
25 Haziran 2025SİYASET
25 Haziran 2025GÜNDEM
25 Haziran 2025GÜNDEM
25 Haziran 2025Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.