Bugün çocukluğumuzun hayatımıza nasıl şekil verdiğini anlatmak istedim. O tozlu, masum anıların aslında bugünkü kişiliğimizin temelini nasıl attığını düşündüm. Ne kadar uzağa gitmiş olursak olalım, çocukluğumuzun izleri her zaman bizi takip ediyor.
Türkiye’nin yakın tarihinde, toplumsal bir uyanışın ve aydınlanma hareketinin simgesi olan bir proje var herkesin de bildiği! Köy Enstitüleri. Bu kurumlar, sadece birer okuldan ibaret değildi; ülkenin dört bir yanına yayılan, yoksulluk ve cehaletle savaşan birer medeniyet feneriydi.
Onlar, bu projenin sadece mimarları değil, aynı zamanda bu aydınlanma hareketine gönül vermiş ve tüm engellemelere rağmen yılmadan çalışan iki büyük isimdi. Tonguç’un “eğitim, sadece okul duvarları içinde olmaz” felsefesiyle, köy çocukları sadece okumayı yazmayı değil, aynı zamanda hayatı ve üretmeyi de öğrendiler.
Enstitülerin felsefesi, “eğitim ve üretim” ilkesine dayanıyordu. Öğrenciler, sabah derslikte teorik bilgi alırken, öğleden sonra tarlada çalışıyor, duvar örüyor, atölyede marangozluk öğreniyorlardı. Bu sistem, onlara sadece bir diploma değil, aynı zamanda kendi kendine yetebilme ve içinde bulundukları toplumu dönüştürme becerisi kazandırıyordu. Köy Enstitüsü mezunları, köylerine döndüklerinde birer öğretmen, ziraatçı, sağlıkçı ve kültür elçisi olarak görev yaptılar. Onlar, tiyatro oyunları sahneliyor, kütüphaneler kuruyor, köylerine modern tarım tekniklerini getiriyorlardı.
Ne yazık ki, bu aydınlık çağ çok uzun sürmedi. 1954 yılında Köy Enstitüleri kapatıldı ve bu benzersiz eğitim modeli tarihin tozlu sayfalarına karıştı. Bu kapatılma, sadece bir eğitim kurumunun sonu değil, aynı zamanda ülkenin aydınlanma hamlesine vurulmuş ağır bir darbeydi. Onların bıraktığı miras, hala çok canlı. Kendi kendine yetebilen, üreten ve eleştirel düşünen bireyler yetiştirme vizyonları, günümüzün eğitim sorunları için de ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Onlar, bir toplumun ancak kendi gücüne ve potansiyeline inanarak yükselebileceğini gösterdiler. Köy Enstitüleri, bir zamanlar yanan o meşalelerin ışığıyla, geleceğin yolunu aydınlatmaya devam ediyor.
Köy enstütüsü kurucularundan dedemin hediyesi; elimde. Grigoriy Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabı, aklımdaysa bu eserin hayatıma ne kadar dokunduğu… Bu kitabı ilk okuduğumda lise çağlarındaydım. O zamanlar bu kadar derin bir anlamı olduğunu pek de fark etmemiştim. Kitap, Finlandiya’nın bataklıklar ve yoksulluk içindeki bir toplumdan, nasıl modern ve eğitimli bir millete dönüştüğünü anlatıyor. Ama bu dönüşüm öyle sihirli bir değnekle değil, bizzat halkın kendi çabasıyla gerçekleşiyor.
Petrov’un hikayesi, bir avuç aydının, sadece eleştirmekle yetinmeyip, kolları sıvayarak bir değişim hareketine önderlik etmesini anlatıyor. Öğretmenler, rahipler, subaylar… Herkes kendi alanında bir şeyler yapmak için uğraşıyor. Kendi cehaletlerini, tembelliklerini ve vurdumduymazlıklarını aşıyorlar. Bataklıkları kurutuyorlar, okullar açıyorlar, en ücra köylere bile aydınlanmayı taşıyorlar.
Kitap, bana göre sadece bir ulusal kalkınma hikayesi değil. Aslında her birimizin kendi hayatımızda, kendi topluluğumuzda yapabileceği küçük devrimlerin bir rehberi. O bataklıklar, belki de içimizdeki asalet, karamsarlık ve “benim bir şey yapmamla ne değişir ki?” düşüncesi. Beyaz Zambaklar Ülkesinde’yi okurken, kendime hep şunu sordum: “Benim bataklığım ne?”
Bugün bile, bu kitabın temel mesajı geçerliliğini koruyor. Gelişmenin yolu, başkalarını suçlamak değil, önce kendi içimize bakmaktan geçiyor. Eleştiriyi bırakıp, harekete geçmekten… Belki yaşadığımız mahallede bir ağaç dikmekten, belki sokakta gördüğümüz bir çocuğu gülümsetmekten, belki de sadece kendi işimizi en iyi şekilde yapmaktan…
Petrov, Finlandiyalıları idealize etmiyor. Onların da kusurları olduğunu biliyor, ancak odaklandığı şey, bu kusurları aşma çabası. Bu yüzden kitap, bana umut veriyor. Toplumun ve bireyin gelişimi için, kolektif bir çaba ve irade gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, her okuduğumda farklı bir sayfasında kendimi bulduğum, samimi ve ilham verici bir eser. Umarım bu hikaye, daha fazla insana ulaşır ve kendi beyaz zambaklarını yeşertme cesaretini verir.
Cumhuriyet en çok biz kadınlara yakıştı.
Münevver Metin
GÜNCEL
06 Kasım 2025GÜNCEL
06 Kasım 2025SİYASET
06 Kasım 2025MEDYA
06 Kasım 2025SİYASET
06 Kasım 2025GÜNDEM
06 Kasım 2025GÜNDEM
06 Kasım 2025
1
Trump’tan seçim sonrası ilk mülakat
2
Avusturya başbakanı Sebastian Kurz ile ilgili bilinmeyenler
3
Joe Biden 6 aylık hedeflerini açıkladı. Senato buz gibi…
4
Joe Biden 6 aylık hedeflerini açıkladı. Senato buz gibi…
5
Putin’den Ermenistan’ı yıkan açıklama: Karabağ Azerbaycan’ın ayrılmaz bir parçasıdır!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.