Türkiye, açlıkla karşı karşıya kalma tehlikesi aşamasında. Ancak, tarımsal su yetmezliği ile ilgili yazı ve haberler medyamızda yeterince boy göstermiyor. Bir başka deyişle “Gökte Yıldız Ararken Yerdeki Çukuru Görmüyoruz”. (*)
Dilerseniz önce gıda egemenliğimize bir bakalım.
Gıda Egemenliğimiz Ne durumda?
Bir zamanlar Türkiye’de temel gıda ürünlerimizde kendimize yeterliğimiz vardı. Söz geliş en temel gıda maddemiz olan buğdayda 80’lerde 40 milyon nüfus varken 20 milyon ton üretim vardı. Şu anda resmi nüfusumuz 85 milyon, ancak bu bildiriş eksik. Bu sayıya kimilerinin 5 milyon kimilerinin de 10 milyon var dediği sığınmacıyı da eklemek gerekiyor, 100 milyona yaklaşan insan Türkiye’de ekmek peşinde. Üretim günümüzde de 20 milyon ton civarında. Bir başka deyişle buğday üretimi insan başına artmamış, azalmış.
Kırmızı ette de durum vahim. Kişi başına hayvan sayısı hiç artmadı, eksilerek devam ediyor. 40 yılı öncesine ait bir rakam verirsek insan başına bir koyun düşerken günümüzde üç insana bir koyun düşüyor.
Konunun doğrudan emperyalizm ile bağlantısı var. Emperyalizmin etkisiyle Türkiye’de, 1980’lerde 24 Ocak kararlarıyla tarımda da neoliberal politikalar uygulandı. Bu politikaların yanı sıra iklim krizinin tetiklediği tarımsal su yetmezliği ile de gıda egemenliğini kayıp etmiş durumdayız.
Tarımsal Su Konusu, Gıda Emenliğini Nasıl Etkiliyor?
78 milyon hektarlık Türkiye yüzölçümünün yaklaşık 24 milyon hektarı ekilebilir tarım arazisi. Bu alan içerisinde ekonomik olarak sulanabilir miktar ise yaklaşık 8,5 milyon hektar. Ancak, ülkemizin önemli bir kısmı yarı kurak iklim özelliklerine sahip. Yağış rejimi, iklim özellikleri ve mevsimsel özelliklere göre bölgesel farklılıklar gösteriyor. Bu nedenle sulanabilir özelliğe sahip alanların teknik ve ekonomik koşullar dikkate alınarak sulanması gerekmekte. Bu durumda suyun en verimli bir şekilde kullanımı sağlayacak düzenlemelerin hızla devreye sokulması gerekiyor.
Türkiye’de arazi yapısı ve bölgesel farklılıkları dikkate almaksızın yanlış ürün ekimleri, aşırı sulama, anız yakma gibi yanlış tarım uygulamalarının toprağın yapısal ve fiziki kimyasal özelliklerine zarar verdiğinden kuraklık kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmakta.
Bu doğrultuda güncel üç örnek vereceğim.
İç Anadolu Bölgesi’nin kurak arazi yapısına bakıldığında, ekim yapılacak ürünün doğru tespit edilmesinin tarımın sürdürülebilirliği adına son derece önemli. Bu bölgede hayvancılığını yanlış olarak yönlendirilmesiyle mısır ve yonca gibi yem bitkileri yanı sıra ve pancar gibi fazla su ihtiyacı olan ve bu bölgeye uygun olmayan ürünlerin ekilme ısrarı, kurak bölgelerdeki kuyuların su miktarının tükenmesine neden olmakta ve bölgede her yıl 20-30 arası obruk oluşmakta olduğu gözlenmekte. Obruklar, salt Orta Anadolu için de değil, örneğin Tire, Bayındır ve Ödemiş ovaları gibi Ege Bölgesi’nde, Burdur ve Isparta gibi İç Batı Anadolu Bölgesi’nde de belirgi bir şekilde ortaya çıkmış bulunmakta.
Örneğin sıcak havaların bir süredir mevsim normallerinin üstünde seyrettiği Edirne’de, son günlerde yağış da almayınca Meriç Nehri’nin debisi bir önceki yılın aynı ayının da rakamlarının altına düşerek kum adacıklarının oluşmasına neden oldu. Meydana gelen kuraklığın en büyük zararını ise bölgede tarımla uğraşan Karaağaç Mahallesi’ndeki üreticiler çekerken, tarımsal sulamada kullanılan kuyulardaki sular ise kuruma noktasına geldi.
Tarım gazetecisi Ali Ekber Yıldırım’ın bildirişine göre; Türkiye’nin en verimli ovalarından Çukurova’da su bitmiş. Seyhan Sol Sahil Sulama Birliği köy muhtarlıklarına ve ilgili birimlere yazı göndererek güzlük ekim yapılmamasını istemiş. Yapılsa bile su verilemeyeceğini bildirmiş. Benzer konu Söke ovasında.
Ne yapmalı?
Dünya Su Konseyi (DSK), diğer uluslararası örgütler gibi, neoliberal politikalara hizmet eden bir örgüt durumuna getirilmiş durumda.
DSK’de alınan kararlar doğrultusunda, Türkiye’de de suyun özelleştirilmesi konusunda adımlar atılmıştı. Bu süreç devam ediyor.
Su Yasası, tümüyle suyun her türlüsünü ticari meta durumuna getiriyor.
Bu nedenle Su Yasası’na karşı, sulama birlikleri, ziraat odaları ve ziraat mühendisleri odaları başta olmak üzere, tarımsal amaçlı kooperatifler ve çevre örgütleri kamuoyu oluşturma konusunda etkinliklerde bulunmalı.
Onların yarattığı ivme ile siyasi partiler konuya sahip çıkmalı.
Aksi durumda çölleşme tehlikesiyle birlikte gıda ürünlerine ulaşmanın dayanılmaz zorluğunu çekeceğiz.
Göç göç diye bağıracak mıyız?
Gidecek yerimiz olacak mı?
(*) “Gökte Yıldız Ararken Yerdeki Çukuru Görmemek” deyişi Tanzimat Döneminin fikir adamı, gazeteci ve şairi ve de en önemli devlet adamlarından biri olan Ziya Paşa’ya ait. Özgün deyiş, “Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim. Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde”.
GÜNCEL
20 Eylül 2024GÜNCEL
20 Eylül 2024SİYASET
20 Eylül 2024MEDYA
20 Eylül 2024SİYASET
20 Eylül 2024GÜNDEM
20 Eylül 2024GÜNDEM
20 Eylül 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.