Babam mücadeleci bir insandı. Din görevlisiyken de, TRT’de çalıştığı yıllarda da hep sürgünde geçti ömrü. Aykırı, özgürlükçü bir kişiliği ve kimliği olan her vatandaş gibi o da yıllar boyu düzenin efendilerinin zulmüne uğradı.
Ailesine çok önem veren birisi olmasına karşın salt ailesini düşünen birisi de değildi. Öyle olsaydı, önüne maddi-manevi olağanüstü olanaklar serilmiş olmasına karşın onları reddetmezdi! Oysa o kendi ifadesiyle, “Bir yol ayrımına geldim. Ya edindiğim bilgileri daha iyi yaşamak uğruna insanlıktan gizleyeceğim ya da ‘daha yaşanılası bir dünya uğruna’ ölümü göze alıp insanlara açıklayacaktım… Ben ikinci yolu seçtim!” demiştir. Babam, ikinci yolun ne demek olduğunu elbette çok iyi biliyordu. Mücadele ettiği karanlığın hangi referanslardan yola çıkıp, kendisine nasıl bir fenalık yapılacağını da… Tüm bunların yanında elinden geldiği kadar bizleri korumaya özen gösterdi. Bildiği kimi önemli bilgileri bile paylaşmazdı bizimle. Hep başımıza bir kötülük gelmesinden korktu, bizlere zarar verilmesinden endişe etti. Ancak hiçbir zaman evin nafakasını eksiksiz bırakmadı… Çocuklarıyla hep gurur duymuştur. Bizlerin başarısını başkalarına anlatırken de gözleri hep ışıl ışıl olurdu.
“Evimize gelen müfettiş içler acısı durumumuzu görünce…”
Babamın müftülük yaptığı yıllarda ben çok küçüktüm. Müftülüğü bırakıp, TRT’ye başladığında ilkokula yeni başlamıştım. Diğer kardeşlerim ise henüz doğmamıştı. Sinop’un Türkeli İlçesi’ne “Atatürkçü Müftü” olarak sürülmüştü. Annem, babam, bir de ben vardık. Zor günler geçirdik o dönemde. Hiç bir şeyimiz yoktu. Babam ilçe halkı tarafından kendisine tahsis edilen konakta kalmayı kabul etmemişti. İlçe merkezinden oldukça uzak, ormanlık bir yerde, derme-çatma bir eve yerleşmiştik. Maaşı ancak yetiyordu o evin kirasını ödemeye. Babamın evde olmadığı gecelerde annemle ben birbirimize sarılır öyle yatardık tüm korkumuzla… Üstüne üstlük bir de yobazlar babamı “Rusya’dan 100 bin lira para aldı” şeklinde Diyanet’e imzasız mektuplarla şikâyet etmişlerdi. Bu büyük iftira karşısında müfettiş gönderilmişti. Evimize gelen müfettiş içler acısı durumumuzu görünce -çok namuslu bir adamdı- ihbarların iftira olduğunu raporlamış, babamın herhangi bir ceza almasını önlemişti. Aslında ilçe halkının çok büyük saygısı ve sevgisi vardı babama. Yiyecek, başka şeyler bir sürü hediye yağdırıyorlardı. Ama, her seferinde geri gönderiliyordu gelenler. Çünkü, babama göre bunlar hak edilmemiş şeylerdi.
“Büyük bir dağ gibi görürdüm babamı”
Çok müşfik bir babaydı. Her daim koruyan, kollayan! Ben büyük bir dağ gibi görürdüm babamı. Asla sarsılmaz ve yıkılmaz! Çünkü bilirdim ki ne zaman dara düşsem, o ne yapar eder beni o zor durumdan kurtarırdı. Katledildiğinde 30 yaşındaydım ve o zamana kadar hep öyle olageldi. Benim kahramanımdı adeta… 12 Eylül öncesinde, öğrenciyken bir grup sağcı öğrenci yolumu çevirip kimliğimi almış, kaldıkları yurda çağırmışlardı. Bu işkence ve ölüm demekti. Babama söyledim durumu. Babam yurda gidip kimliğimi almıştı onlardan. Üstelik reisleri de dâhil hepsini azarlayarak. Öylesine gözü karaydı! Başka insanlar o dönemde yurdun önünden dahi geçemezken korkudan, o, yurda tek başına gitmişti! Böyle çokça anım var. Diyeceğim o ki; belki şartlar gereği bizlerle fazla birlikte olamadı. Ancak, ben ve kardeşlerim hep hissederdik babamızın ellerinin üzerimizde olduğunu!
“Evimiz Okul Gibiydi”
Babam bizi herhangi bir dini telkinde bulunmadı. Ancak, evimiz bir okul gibiydi. Hiç boş kalmazdı. İnsanlar gelir babama sorular sorar, bilmedikleri konularda danışırlardı. Babam önce Arapça olarak sonra da Türkçe olarak izah ederdi, yanıtlardı soruları. Ayrıca dedem de imamdı. Onunla da sohbetlerim olurdu. Babam herhangi bir şekilde olumlu ya da olumsuz bir dini telkinde bulunmamıştır bizlere. O, bizlerin eninde sonunda doğru kararlar vereceğimize inanırdı. Yani bizlere çok güvenirdi.
Babam bana oruç tut, namaz kıl ya da tutma, kılma diye herhangi tek bir söz söylemedi. Zaten müthiş bir kütüphanemiz vardı. Sevecen, koruyan, kollayan bir baba… Üstelik en üst düzeyde bir vicdan sahibi olan, hakkı olmayan tek kuruşa el uzatmayan, zulme diklenen, haksızlığa her şart ve koşulda direnen bir baba… Böyle bir ortamda büyüyen bir çocuğun yolu ne olabilir ki?
“Hepsini Bir Kenara Bıraktı ve İstifa Etti”
Babam aydınlanmaya başlayınca, bir takım dini meseleleri sorguladıkça rahatsızlığı artmaya başladı. Bunun üzerine bu alanda çalışmamaya karar verdi. Çok genç yaşta en üst düzeyde dini görevlere gelmişti. Birkaç ilin bağlı olduğu Bölge Müftülüğü görevlerini yürütmüştü. Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliği (Diyanet İşleri Başkanı’nın da üstünde yer alan bir kurul) görevinde bulunmuştu. Emri altında on binlerce çalışan vardı. Hepsini bir kenara bıraktı ve istifa etti. Turgut Özakman ile tanışıklığı, bir dostluğu vardı. Onun referansı ile TRT’ye memur olarak başladı. Sonra prodüktörlük sınavına girdi. Çok ağır grip olmasına rağmen tam puan (100) alıp sınavı kazandı ve yayın bölümüne geçti. İlk yayıncılık yaptığı yer de Ankara Radyosu oldu. Babam göreve başladığında Abidinpaşa da bir apartman dairesine taşındık. 2 oda ve bir salonu olan rutubetli, zemin daireydi kaldığımız yer. Babamın maaşı ancak yetiyordu böylesi bir daireyi kiralamaya. Evimizde ne buzdolabı ne başka bir şey vardı. Üstüne üstlük iki halam ve amcamda bizde kalıyordu. Lise ve ortaokul öğrencileriydi. Annem ya mutfakta yemek yapıyordu ya da banyoda çamaşır yıkıyordu. Zaten hiç gün görmedi annem. Zor günlerdi. Bir de kardeşim dünyaya geldi. Yıl 1968. İki yıl sonra da diğer kardeşim. Ben ilkokulda okuyordum. Babam radyoda “Din ve Ahlak Konuşması” adlı bir program yapıyordu. Çoğunlukla ses kaydı (Mevlüthanlardan) için şehir dışına çıkardı. 7-8 yıl sürdü bu durum. “Dinsizlik propagandası” yapıyor diye programı yayından kaldırıldı. Sonra da yaptığı her program olay oldu; ‘Akşama Doğru’, ‘Başlangıcından Bu Yana İnsanlık’ vb.
Hakkâri, Erzurum, Trabzon, Diyarbakır, İstanbul Radyoları… Her sürgün sonrası Danıştay’dan yürütmeyi durdurma ve iptal kararı, ardından yeniden sürgün…
Turan Dursun bunu en güzel şekilde yine kendisinin yazdığı bir roman olan Kulleteyn’de anlatıyor. Çocukluğunun o en zor koşullarda geçen yıllarını anlatıyor. Tam bir başyapıt… Doğu İllerinde mollalar arasında geçen zor bir çocukluk ve fâkilik (öğrencilik) dönemi.
Turan Dursun’un Önemsediği Kişiler Kimdi?
Önemsediği, çok saygı duyduğu insanlar olmuştur. Bunlar arasında nice bilim insanları, tarihi kişiler vardı: Sokrates, Jan Jak Russo, Volter, Tevfik Fikret, Mustafa Kemal Atatürk… Yaşadığı dönemden ise İlhan Arsel bunlardan sadece bir kaçıydı. Bunlar benim bildiklerimden bazıları…
Tarihte İlk ve Aynı Zamanda Son Olan Birçok Uygulamaya İmza Attı
Sivas Müftüsü olarak görev yaptığı yıllarda sıra dışı bir “Din adamı” görüntüsü vermişti. Tarihte ilk ve aynı zamanda son olan kimi uygulamalara imza atmıştı. Yerine kadın vekil ataması, İmamlara ayda 50 fidan dikme zorunluluğu getiren genelge yayınlama, İmamlarla Atatürk anıtına çelenk koyma ve önünde saygı duruşunda bulunma, Cumhuriyet Bayramında kortej yürüyüşüne imamları da dâhil etme gibi… O dönemki siyasi iktidarın temsilcisi Vali’yi de rahatsız etti bu uygulamalar. Vali görevden almaya kalktı babamı, dönemin Garnizon Komutanı direndi buna.
Halk ile ilişkileri de çok iyiydi babamın. Büyük bir yardım kampanyası başlatarak -altındaki külüstür bir araçla köy köy dolaşarak- Sivas’a çok büyük bir hastane kazandırmıştı. Sivas’ın o zamanki en büyük köylerinden Kalın’da yıllardır süren ve sayısız insanın hayatını kaybetmesine yol açan kan davasını bitirdi. Babam Sivas Müftülüğü görevinden alındığında da halk çok büyük tepki göstermişti.
“Aydınlanma Aklın Prangalardan Kurtulmasıdır”
Aydınlanma aslında insan aklının prangalardan kurtulması, diğer bir deyişle özgürleşmesidir. Aklı özgürleştiren ise bilgidir. Turan Dursun, aklını özgürleştiren bilgiye çok kısa sürede ulaştı. Gün geldi gördü ki, o zamana kadar doğru diye öğretilenler/öğrendikleri hepsi yalanlar üzerine kurulu. Milyonlarca, milyarlarca insan da bu büyük yalanların peşinden sürükleniyor. Savaşlar çıkıyor bu yüzden. Nice büyük yıkımlar, acılar yaşanıyor. Dünyada bir avuç egemen ve onların yandaşları rahat bir yaşam sürerken her kıtada sayısız insan yoksulluk içerisinde kıvranıyor. Baskı, korku ve zulüm… Hepsi o büyük yalanın devamı için mütemadiyen bir çarkın dişlileri gibi işliyor/işletiliyor…
Turan Dursun bu büyük felaketi gören ender insanlardan birisidir. Büyük bir aydınlanmacıdır. Tarihteki her büyük aydınlanmacı gibi onun da yaşamı elinden alınmıştır. Ancak, ölümleri onları daha büyütmüş ve ölümsüzlük mertebesine erişmiştir. Eski bir papaz olan Giordano Bruno da böyle büyük bir aydınlanmacıdır. 1600 yılında Roma di Pietro Meydanı’nda yakılmadan önce günlerce işkence görmüş ve büyük acılar yaşamıştır. Ona işkence eden ve yakılmasına karar veren engizisyon yargıçlarının bugün hiç birinin ismi hatırlanmıyor. Ancak aradan bunca yıl geçmesine karşın Bruno bugün her yerde! Turan Dursun ve onun yol arkadaşı aydınlanmacılar kendilerini insanlığa karşı sorumlu hissederler ve bu yüzden hayatlarını hiçe sayarlar. Çünkü, onlar için en önemli olan şey avuçlarındaki ışığı yeryüzüne yaymak ve insanlığı karanlıktan kurtarmaktır!
Abit Dursun
GÜNCEL
28 Kasım 2024GÜNCEL
28 Kasım 2024SİYASET
28 Kasım 2024MEDYA
28 Kasım 2024SİYASET
28 Kasım 2024GÜNDEM
28 Kasım 2024GÜNDEM
28 Kasım 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.